E-ISSN: 2822-6771
Volume : 11 Issue : 1 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 11 (1)
Volume: 11  Issue: 1 - 2019
1.Cover

Page I

2.Önsöz

Page II

3.From The Editor

Page III

4.Contents

Pages IV - V

REVIEW
5.Neonatal Thromboembolic Events
Merih Çetinkaya
doi: 10.5222/iksstd.2019.31032  Pages 1 - 6
Başta prematüre bebekler olmak üzere risk faktörlerine sahip yenidoğanlar tromboembolik olaylar açısından çocukluk çağındaki en riskli grubu oluşturmaktadır. Yenidoğanlarda hem arteriyel hem de venöz kaynaklı trombozlar görülmekte olup, bu bebeklerdeki en önemli risk faktörünü periferik veya santral yerleştirilen kateterler oluşturmaktadır. Homozigot başta olmak üzere değişik kalıtsal trombofili nedenleri de bu riskli popülasyonu tromboza eğilimli hale getirmektedir. Klinik olarak trombozdan şüphelenildiğinde hızla kan tetkikleri ve uygun görüntüleme yöntemleri ile tanı konulmalı ve tedaviye başlanmalıdır. Tedavide yakın izlem, antikoagülan, trombolitik ve cerrahi yaklaşım ile birlikte periferik vazospazm olgularında topikal nitrogliserin uygulamasını içermektedir. Tedavi referans merkezlerde uygulanmalıdır.
All neonates with risk factors, especially preterm infants represent the highest risk group for thromboembolic events during childhood. Both arterial and venous thrombosus can be seen in neonates and peripherally or central inserted catheters are the main risk factors in these infants. Several genetic thrombophilia causes, especially homozygotic ones, bring this high risk group vulnerable to thrombosis. Whenever thrombosis is suspected, rapid hematological tests and appropriate imaging modalities should be performed and treatment should be started immediately after diagnosis. The treatment include close follow-up, anticoagulant, thrombolytic and surgical therapies and topical nitroglycerin application in cases with peripheral vasospasm. The treatment should be performed in reference centers.

RESEARCH ARTICLE
6.Predictive Factors in Incidental Thyroid Carcinoma: A Retrospective Study
Orhan Üreyen, Demet Alay, Hüseyin Fenercioğlu, Rafet Güneş Öztürk, Zehra Hilal Adıbelli, Enver İlhan
doi: 10.5222/iksstd.2019.30074  Pages 7 - 12
GİRİŞ ve AMAÇ: İnsidental tiroid karsinomu son yıllarda artış göstermekte ancak bu artışa rağmen bu olguların saptanması için henüz belirlenmiş spesifik özellikler ortaya konamamıştır. Çalışmamızda insidental tiroid kanseri için spesifik özellik olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Benign ya da malign nedenlerle nodüler guatr nedeniyle tiroidektomi uygulanan olgular 3 gruba ayrıldı. Olgular; grup I: Klinik ve radyolojik olan malignite riski olmayan ancak semptomları nedeniyle ameliyat edilip ameliyat histopatolojisi benign gelenler; grup II: Klinik ve radyolojik olarak malignite düşünülmeyip semptomları nedeniyle ameliyat edilip ameliyat histopatolojisinde malignite görülenler (İnsidental grup), grup III: preoperatif ince iğne aspirasyon biyopsi(İİAB)’si malign ya da kuşkulu olup malignite tanısı/ ön tanısıyla ameliyat edilip tiroidektomi histopatolojisi malign gelenler olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Ek olarak grup I ve grup II’ye ameliyat öncesi radyolojik olarak en riskli nodülden İİAB yapıldı ve İİAB sonucu benign sitoloji idi.
BULGULAR: Grup I’de 51(%51), grup II’de 16(%16) ve grup III’de ise 33(%33) olgu mevcuttu. Grup II ile grup I ve grup III yaş ortalaması açısından fark yoktu(P>0,05). Cinsiyet açısından grup II ile grup III arasında farklılık görüldü (P=0,025).Ultrasonografi bulgularına göre nodül çapının 20 mm’nin üzerinde olup olmaması grup II ve grup III arasında ilişkili bulundu(P= 0,005).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İki cm üzeri birden çok tiroid nodülü olan özellikle erkek olgularda sadece malignite potansiyeli olan nodülden değil aynı zamanda diğer nodüllerden de biyopsi yapılmalıdır.
INTRODUCTION: Incidental thyroid carcinoma has increased in recent years but despite of that, there are no specific features has been established for determining these cases. In this study, we aimed to research whether there are specific features for incidental thyroid cancer.
METHODS: Patients who underwent thyroidectomy for nodular goiters due to benign or malignant reasons were divided into 3 groups. Groups are classified as group I: Clinically and radiologically without cancer risk, but operated on due to symptoms, and benign in histopathology of operation specimen; group II: Clinically and radiologically without cancer risk, but operated on due to symptoms, and malignancy in histopathology of operation specimen (incidental group); group III: FNAB malignant/suspicious, operated due to malignancy/ prediagnostic malignancy, surgical histopathology malignant. In addition, group I and group II had FNAB done from nodule with malignancy potential before surgery, and the outcome of FNAB was benign cytology.
RESULTS: There were 51 cases (51%) in group I, 16 (16%) in group II and 33 (33%) in group III. There was no difference in average age between group II and group I and group III(P>0,05). There was a difference in sex between group II and group III(P=0,025). Whether nodule diameter is greater than 20 mm according to ultrasonographic findings was correlated between group II and group III(P=0,005).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Male cases with multiple thyroid nodules over two centimeters, biopsy should be done not only from nodule with malignancy potential but also from other nodules.

7.Comparison of Ciprofloxacin with a Combination of Cefixime-Clavulanic Acid Treatment in the Prophylaxis of Transrectal Prostate Biopsy
Gökhun Özmerdiven, Erhan Erdoğan, Erçin Altıok
doi: 10.5222/iksstd.2019.18291  Pages 13 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, TRUS-PB sonrası oluşabilecek enfeksiyöz oluşumu önlemede, oral kullanılan 500 mg siprofloksasin ile 400 mg sefiksim-125 mg klavulonik asit kombinasyonunun etkinliğini retrospektif olarak karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Mart 2014 ve ocak 2016 tarihleri arasında prostat kanseri teşhisi amaçlı 12 kor TRUS-PB uygulanan 276 hasta değerlendirmeye alındı. Birinci gruptaki hastalara işlemden 2 gün öncesinden 500 mgr siprofloksasin günde iki doz, ikinci gruba işlemden 2 gün önceden 400 mgr sefiksim 125 mgr klavulonik asit kombinasyonu günde tek doz olarak oral başlandı ve işlemden 3 gün sonrasına kadar devam edildi. Her iki gruba da işlemden 1 gün öncesi ve işlem sonrası 10.günde tam idrar incelemesi ve idrar kültürü analizi yapıldı. Her iki grup işlem sonrası gelişen enfeksiyon ve komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: 1. gruptaki hastaların ortalama yaşı 62.5, ikinci grupta 63.4 izlendi. Ortalama PSA seviyesi 1. grupta 12.3 ng/dl, 2. grupta 11.4 izlendi. Ortalama prostat hacmi 1. grupta 45.3 ml, 2. grupta 48.5 ml izlendi. 1. gruptaki hastalardan 12 tanesinde idrar yolu enfeksiyonu gelişirken, 2. grupta 10 hastada izlendi. 1. grupta 1 hastada yüksek ateş gelişirken. 2. grupta 2 hastada gelişti. Her iki grupta da işlem sonrası enfeksiyon ve komplikasyon gelişimi açısından istatistiksel fark gözlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TRUS-PB sonrası enfeksiyöz komplikasyonları önlemede kullanılan siprofloksasin ve sefiksim-klavulonik asit kombinasyonu etkin rejimlerdir. Son yıllarda artan antibiyotik direnci seçimin belirliyicisi olacaktır.
INTRODUCTION: We aimed to compare the efficacy of 500 mg ciprofloxacin and combination of 400mg cefixim and 125mg clavulonic acid to prevent infections and complications after TRUS-PB retrospectively in this study.
METHODS: We evaluated 276 patients who underwent prostate biopsy between March 2014 and January 2016. First group of patients were given ciprofloxacin twice daily two days before the procedure and the second group of patients were given combination of 400mg cefixim and 125mg clavulonic acid once a day, two days before the procedure and these drugs were continued 3 days after the procedure. Both groups were analyzed with uranalysis and urine culture one day before and 10 days after procedure. Both groups were compared in terms of postoperative infections and complications.
RESULTS: Mean age of the patients was 62.5 years in group 1, 63.4 years in group 2. Mean PSA level was 12.3 ng/dL, 11.4 ng/dL in group 2. Mean prostate volume was 45.3 cm3 in group 1, 48.5 cm3 in group 2. Urine culture positive was observed in 12 patients of group 1 and in 10 patients of group 2. High fever with urine culture positivity was observed in 1 patient of group 1 and in 2 patients of group 2. There was no statistically difference between groups in terms of postoperative infections and complications.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Ciprofloxacin and combination of cefixime-clavulonic acid are effective regimens for the prevention of postoperative infectious complications after TRUS-PB. Increasing antibiotic resistance in recent years will be determinant of the choice.

8.Ultrasonographic Findings and Breast Cancer Risk in Women with Mastalgia Under 40 Years
Semih Hot, Zafer Unsal Coskun, Aslı Ertürk, Ömer Bender, Özgür Yüzer, Pınar Özay Nayır, Orhan Yilmaz, Ayhan Sarı
doi: 10.5222/iksstd.2019.21548  Pages 19 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Meme ağrısı genç kadınlar arasında çok yaygın bir durumdur. Bu çalışmanın amacı, meme hastalıkları polikliniğine izole mastalji ile başvuran ve meme kanseri risk faktörü olmayan 40 yaşından küçük kadınlarda özellikle ultrasonografik bulgular ve meme kanseri riski hakkında mevcut literatür bilgilerinin yanı sıra ek ve spesifik veriler sağlamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 01/01/2011 ve 01/01/2015 tarihleri arasında kadınların ultrasonografik inceleme sonuçları ve meme kanseri tanısında ultrasonografinin katkısı retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 1066 hasta dahil edildi. Fokal mastaljisi olan 555 (% 52) kadın ve yaygın mastaljisi olan 511 (% 48) kadın vardı. Ultrasonogafi muayenesinde, her biri 30 yaşın üzerinde olan sadece 7 şüpheli vaka ortaya çıktı. Şüpheli kitleleri olan kadınların 6'sında fokal mastalji vardı ve kor biyopsiden sonra 3 olguya invaziv kanser teşhisi konuldu. Yaygın mastalji grubunda sadece 1 hastada şüpheli kitle vardı ve kor biyopside benign bir lezyon saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Özellikle meme kanseri risk faktörü olmayan ve sadece yaygın mastalji şikayeti olan 30 yaşından küçük kadınlarda dikkatli klinik muayene yeterli olabilir. Bununla birlikte, meme kanseri risk faktörü olmayan ve fokal mastalji dışında hiçbir şikayeti olmayan 30 yaşından büyük kadınlarda meme kanseri olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Breast pain is a very common condition among young women. The aim of this study is to provide supplementary and specific data especially in addition to available literature information about the ultrasonographic findings and breast cancer risk in women younger than 40 years who applied the breast out-patient clinic with isolated mastalgia, and had no breast cancer risk factor.
METHODS: Ultrasonography examination results of women between dates 01/01/2011 and 01/01/2015, and contribution of ultrasonography in diagnosing breast cancer were retrospectively evaluated.
RESULTS: A total of 1066 patients were included in the study. There were 555 (52%) women with focal and 511 (48%) women with diffuse mastalgia. US examination revealed only 7 suspicious cases, all of whom were over 30 years of age. Of women with suspicious masses, 6 had focal mastalgia, and invasive cancer was diagnosed in 3 of cases after core biopsy. In diffuse mastalgia group, there was a suspicious mass only in 1 patient, and core biopsy revealed a benign lesion.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Careful clinical examination may be adequate especially in women younger than 30 years of age who have no breast cancer risk factor, and only diffuse mastalgia complaint. However, possibility of breast cancer should be considered in women older than 30 years even they have no breast cancer risk factor, and no complaint other than focal mastalgia.

9.Birth Before 37th Gestational Week and Cervicovaginal Prolactin
Alpaslan Kaban, Salim Sezer, Baki Erdem
doi: 10.5222/iksstd.2019.85856  Pages 27 - 30
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, servikovajinal yıkamalarda prolaktinin varlığının erken doğumu ile ilişkili olup olmadığını belirlemekti.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntemler: 24-34 haftalık 80 ardışık gebe kadının servikovaginal prolaktin düzeylerini ölçtük ve preterm doğum yapan (<37 hafta) gebelerin prolaktin seviyelerini term doğum yapanlarla karşılaştırdık.

BULGULAR: Bulgular: Yetmiş üç gebe kadın analiz edildi. Bunlardan 19'u preterm (% 26) ve 54'ü (% 74) ter idi. Servikovajinal prolaktin düzeyi, preterm grupta, term doğum grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha yüksekti (0.12 ng / mL'ye karşı 0.07 ng / mL; p <0.001). Prolaktinin optimal kesme değeri 0.088 ng / mL idi. Duyarlılık ve özgüllük bu değer için% 73,7 ve% 81,4 idi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Çalışmaya göre, gebe kadınların vajinal sekresyonunda yüksek prolaktin düzeyleri preterm doğum için bir işaret olabilir. Ancak, bu, preterm doğumun tahmini için rutin olarak kullanılabilecek hassas bir test değildir.
INTRODUCTION: Aim of the study was to determine whether the presence of prolactin in cervicovaginal washings is associated with preterm birth.

METHODS: We measured the cervicovaginal prolactin levels of 80 consecutive pregnant women aged 24-34 weeks and compared the levels of prolactin of women who had given preterm delivery (< 37 weeks) to those with term delivery.


RESULTS: Seventy three pregnant women were analyzed. Of them, 19 delivered preterm (26%) and 54 delivered at term (74%). Cervicovaginal prolactin level was significantly higher in the preterm group when compared with those of the term delivery group (0.12 ng/mL vs 0.07 ng/mL; p<0.001). The optimal cut-off value of prolactin was 0.088 ng / mL. Sensitivity and specificity were 73.7% and 81.4% for this value.

DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the study, high prolactin levels in vaginal secretion of pregnant women may be a sign for preterm delivery. However, this is not a sensitive test that can routinely be used for the prediction of preterm delivery.

10.Evaluation Of The Effectiveness Of Colon Cancer Screening Program Conducted in Our Region
Yasin Kara, İnanç Şamil Sarıcı, Mustafa Uygar Kalaycı
doi: 10.5222/iksstd.2019.52523  Pages 31 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Kolon kanseri tarama programı (KKTP) kapsamında birinci basamaktan kliniğimize yönlendirilen herhangi bir şikayeti olmayıp GGK pozitifliği saptanan ardışık 300 olguya yapılan kolonoskopi sonuçları ile Sağlık Bakanlığınca bölgemizde yürütülen KKTP’nin etkinliğini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya alınan bireylerin demografik özellikleri, kolonoskopi bulguları, patolojik tanıları ve tedavi sonuçları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Olguların 180’i kadın (%60), 120’si (%40) erkekti. Yaş ortalaması 56 (50-70) idi. Oniki hastada (%4) kolorektal kanser (KRK) tespit edildi. Bir hastada geniş tabanlı, sesil polipte yüksek grade displazili, tübülovillöz adenom saptandı. Bu 13 hastaya erken evrede laparoskopik olarak onkolojik prensiplere uygun cerrahi uygulandı. Toplamda 120 olguya prekanseröz adenomatöz polipler nedeni ile polipektomi uygulandı; bunların 30’unda (%10) yüksek gradeli displazi (YGD) saptandı. Kırkiki olguda (%14) benign anorektal hastalıklar (BAH) (fissür, hemoroid vs.) saptandı. Yirmiyedi (% 9) olguda divertiküler hastalık tespit edildi. Patoloji sonucu ile 9 olguya (%3) ülseratif kolit ve 19 olguya (% 6.3) nonspesifik kolit tanısı konuldu. Seksensekiz olguda (%29.3) normal kolonoskopik bulgular rapor edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Asemptomatik safhada kolon kanseri saptanan oniki ve bir geniş tabanlı YGD’li sesil polipli, olguya erken evrede cerrahi uygulanmıştır. Yüzyirmi olguda prekanseröz adenomatöz poliplere, polipektomi uygulanmış ve kolonoskopik takibe alınmıştır. Türkiyede KKTP’nin yaygınlaştırılması, etkin uygulanması ile erken teşhis ve tedavi oranlarının artacağı aynı zamanda KRK mortalite ve morbiditesinde önemli azalma olabileceği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: In order to search the success and efficacy of Colon cancer screening program (CCSP), we aimed to evaluate the colonoscopic results of FOBT positive consecutive 300 individuals that have been refered to our clinic within the scope of screening program.
METHODS: Demographic features, colonoscopic findings, pathologic results, final diagnosis and treatment results of individuals examined retrospectively.
RESULTS: A hundred-eighty (60%) individuals were women and hundred-twenty (40%) were men. The mean age of the individuals was 56 (50-70) years. Colorectal carcinoma (CRC) was detected in 12 (4%) patients. İn one patient tubulovillous adenoma with high grade dysplasia (HGD) in broad based sessile polyp was detected. İn these thirteen patients, in early stage, laparoscopic surgery with oncologic principles was applied. Precancerous adenomatous polyps were detected in 120(%40) of cases, 30 (10%) of which were consisted of HGD. In 42 individuals, benign anorectal diseases (fissure, hemorrhoids) were detected. Twentyseven (9%) individuals had diverticulosis. According to pathologic results, nine (3%) patients were diagnosed as ulcerative colitis and nineteen (6.3%) patients as nonspecific colitis. Eighty-eight individuals (29.3%) were reported as normal colonoscopic findings.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Thirteen patients have been diagnosed in early asymptomatic CRC stage and received early curative surgery. İn hundred and twenty cases, curative polypectomy has been applied to precancerous adenomatous polyps and these all were taken to colonoscopic follow up. We believe that by the way of dissemination of usage and effective application of CCSP, early diagnosis and treatment rates will increase and mortality and morbidity of CRC will be decreased.

11.Evaluation of the Relationship Between 3.0 Tesla Diffusion Tensor MR Imaging Parameters and Breast Cancer Subtypes
Safiye Tokgöz Özal, Ayşegül Akdoğan Gemici, Ercan İnci, Senem Karabulut
doi: 10.5222/iksstd.2019.41275  Pages 37 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda meme kanseri subtipleri ile meme manyetik rezonans (MR) görüntülemede alınan diffüzyon tensor görüntüleme (DTG) parametrelerinden ortalama difüzyon (MD) ve fraksiyonel anisotropi (FA) değeri arasındaki ilişkinin araştırılmasını amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda Eylül 2015 ve Şubat 2018 tarihleri arasında pre-operatif 3.0 Tesla kontrastlı meme MR ve DTG yapılan 101 meme kanseri olgusu (51,37 ± 11,47 yaş aralığında) geriye dönük olarak tarandı. Bu hastalar histopatolojik olarak tanı almış invaziv meme kanseri olgularıydı. Histopatolojik olarak östrojen reseptörü (ER), HER2 (human epidermal growth factor receptor 2) overekspresyonu ve tümör boyutu bakıldı. Meme kanseri şu moleküler alt tiplere ayrıldı: Östrojen reseptör pozitif ve HER2 negatif grup (Luminal A, n=46), Östrojen reseptör pozitif ve HER2 pozitif grup (Luminal B, n=24), östrojen reseptör negatif ve HER2 pozitif grup (HER2 pozitif, n=13), östrojen reseptör negatif ve HER2 negatif grup (Triple negatif, n=18). Kolmogorov Smirnov, Kruskal Wallis H testleri ve Benforroni Düzeltmeli Dunn çoklu karşılaştırmalar testi ile istatistiksel analizler yapıldı.
BULGULAR: Luminal A, Luminal B, HER2 (+) ve triple negatif gruplarına göre yaş (p=0,959), kitle boyutu (p=0,162) ve FA (p=0,674) değerleri arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Ancak luminal A, Luminal B, HER2 (+) ve Triple negatif grupları ile MD medyan değerleri arasında anlamlı farklılık olduğu saptandı. Saptanan bu anlamlı farklılığın kaynağını tespit edebilmek amacıyla Benforroni düzeltmeli Dunn Çoklu karşılaştırma testi yapılmıştır. Yapılan çoklu karşılaştırmalar sonucunda, Luminal A ve HER2(+) alt grup arasında MD değerleri anlamlı düzeyde farklı olduğu görüldü (p=0.038).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu bulgular meme invaziv tümörlerinde ölçülen difüzyon tensor değerlerinin meme kanseri moleküler alt tiplerini öngörmek açısından anlamlı olabileceğini düşündürmektedir.
INTRODUCTION: To investigate relationship of breast cancer subtypes and the mean diffusivity (MD) and fractional anisotropy (FA) measured by diffusion tensor imaging (DTI).
METHODS: This retrospective study included 102 patients (age 51,37 ± 11,47 years) who underwent pre-operative contrast-enhanced 3.0 Tesla breast MR and DTI, from September 2015 to February 2018. Patients were histopathologically confirmed invasive breast cancer. Histologic analysis parameters included tumor size, expression of estrogen receptor (ER), human epidermal growth factor receptor 2 (HER2). Breast cancer is divided into the following molecular subtype: estrogen receptor positive and HER2 negative (luminal A, n=46); estrogen receptor positive and HER2 positive (luminal B, n=24); estrogen receptor negative and HER2 positive (HER2 enriched, n=13); estrogen receptor negative and HER2 negative (triple negative, n=18). Comparisons were made using Kolmogorov Smirnov, Kruskal Wallis H tests and Benforroni corrected Dunn multiple comparisons test.
RESULTS: There was no statistically significant relationship between breast cancer subtypes and FA measurements (p>0.05). A statistically significant difference was found between MD values of four subtypes of breast cancer. According to the binary comparisons to find the group that makes the difference; MD measurements in Luminal A and HER2 enriched subtypes were significantly different (p=0,038; p<0,01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: These findings suggest that MD values of breast invasive tumours may be further assessed as potential predictors of molecular subtypes of breast cancer.

12.Prognostic Value of Increased Blood Ammonia Levels in Emergency Department
Rabia Birsen Tapkan, Utku Murat Kalafat, Serkan Doğan, Ali Sağlık, Alp Yılmaz, Doğaç Niyazi Özüçelik
doi: 10.5222/iksstd.2019.83723  Pages 43 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan amonyak düzeyi artışı, karaciğer fonksiyonları bozulan hastalarda ortaya çıkan bir durumdur. Bu çalışmada, acil serviste artmış kan amonyak düzeyi ile bu hastaların prognozu arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniğinde 01 Ocak 2016 ve 01 Ocak 2017 tarihleri arasında kan amonyak düzeyinde artış saptanan hastalar retrospektif olarak incelendi. İstatiksiksel analizler için NCSS 2007 (Kaysville, Utah, USA) programı kullanıldı. Anlamlılık en az p < 0.05 düzeyinde değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmada taranan 88 hastanın %42 si (n=37) kadın, %58’i (n=51) erkek idi. Ortalama yaş 61,42 ±15.69 yıl idi. Olguların %70.5’inde (n=62) siroz, %23.9’unda (n=21) karaciğerde malignite ve %26.1’inde (n=23) diğer kronik hastalıklar olduğu tespit edildi. Hastaların ortalama kan şekeri düzeyi 153,84±118.44 mg/dl, ortalama amonyak (NH3) düzeyi 194.19±113.42 idi. Hastaların %37.5’i (n=33) taburcu, %54,5’i (n=48) yatış ve %8’inin (n=7) öldüğü tespit edildi. Hastaların ortalama kan amonyak değerini 194,19±113,42 olarak saptadık, %61,4’ünün (n=54) altı ay içinde mortalite ile sonuçlanırken, %38,6’sında (n=34) altı ay içinde mortalite gelişmediğini gözlemledik.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acil seviste artmış kan amonyak düzeyinin primer ya da metastatik karaciğer malignitesi olan hastalar dışında prognostik değerliliğinin olmadığını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: An increase in blood ammonia levels, is a condition that occurs in patients with impaired liver function. In this study we aimed to investigate whether there is a relationship between increased ammonia levels and prognosis in these patients.
METHODS: In this study, patients with incresed ammonia level who applied emergency clinic of Health Science University Kanuni Sultan Suleyman Research and Training Hospital between 01.01.2016 and 01.01.2017 researched retrospectively. NCSS (NumberCruncher Statistical System) 2007 (Kaysville, Utah, USA) program was used for statistical analysis. Significance was assessed at p <0.05.
RESULTS: 88 patients were scanned in this study, %42 (n=37) of them were female and %58(n=51) of them were male. The mean age was determined as 61.42±15.69. Cirrhosis was observed in 70.5% (n = 62) of the cases, malignancy findings in the liver in 23.9% (n = 21) and other chronic diseases in 26.1% (n = 23) were observed. The mean blood sugar level was 153,84±118.44 mg/dl and the mean blood ammonia level of these cases was 194.19±113.42. It was observed that %37.5 (n=33) of the cases were discharged, %54.5 (n=48) of them was hospitalized and %8 (n=7) of them did die. The mean blood ammonia value of the patients was found to be 194.19 ± 113.42, 61.4% (n = 54) resulted in mortality within six months, and 38.6% (n = 34) had no mortality within six months.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that increased blood ammonia levels can not be use as a prognostic value in emergency department, except patients with primary or metastatic liver malignancies.

13.Predictive Factors Affecting Pregnancy in Ovulation Induction with Clomiphene Citrate in Unexplained Infertility
Nadiye Köroğlu, Gonca Yetkin Yıldırım, Esra Nur Tola, Berna Aslan Çetin, Kübra Bağcı Çakmak, İbrahim Polat
doi: 10.5222/iksstd.2019.58661  Pages 48 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Açıklanamayan infertilite tanısı almış vakalarda klomifen sitratın (KS) tedavi etkinliğini ve gebe kalan ve kalamayan gruplar arasındaki klinik ve laboratuar parametreleri açısından farklılıkları saptamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2016 –2017 yılları arasında İnfertilite kliniğinde açıklanamayan infertilite tanısı ile klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu yapılan 112 hastanın 240 siklusu retrospektif olarak değerlendirildi. Tedaviye adetin 5.günü 50 mg klomifen sitrat 5 gün boyunca günde 2 kez kullanılmak suretiyle başlandı. Hastalar adetin 12.günü kontrol ultrasonografiye çağrıldı. Kontrol ultrasonografisinde 17 mm ve üzeri en az bir folikül saptanan hastalara siklusun 12-18.günler arasında günaşırı koit önerildi. 100 mg klomifen sitrat ile 3 ve 3’den daha fazla folikülü gelişen hastaların siklusları iptal edildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 112 hastanın 240 siklusunda toplam 37 gebelik elde edildi. Toplam gebelik oranı hasta başına %32 ve siklus başına %15 idi. Çalışmaya alınan kadınların yaşı 19 ile 36 yaş arasında olup ortalaması 26.6 idi. Siklus sayısı gebe kalan grupta kalmayan gruba göre anlamlı olarak daha az idi (p<0.0001). Midluteal progesteron düzeyi gebe kalan grupta anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0.03). Bunun dışındaki parametreler açısından gruplar arasında farklılık saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kliniğimizin sonuçlarına göre açıklanamayan infertil vakalarda klomifen sitrat ile ovulasyon indüksiyonu tedavisinde gebeliği etkileyen faktörler siklus sayısı ve midluteal progesteron düzeyidir. Bu nedenle infertilite süresi kısa olan vakalarda KS birinci basamak tedavide düşünülmelidir.

INTRODUCTION: To determine efficacy of clomiphene citrate (CC) treatment in patients with unexplained infertility and establish clinical and laboratory predictive factors for positive pregnancy outcome.
METHODS: 112 cycles of 240 subjects that have undergone ovulation induction with CC due to unexplained infertility were analysed retropectively between 2016 and 2017. CC treatment (50 mg; twice daily) was started at the 5th day of menstruel cycle and continued for five days. A transvaginal ultrasonogram was performed at the 12th day of menstruel cycle. When at least one dominant follicle of 17 mm was detected on ultrasonography; coitus was suggested to subjects every other day. Cycles were cancelled when there were 3 dominant follicles.
RESULTS: There were 37 pregnancies in 112 patients having undergone a total of 240 cycles. Cumulative pregnancy rate was %32 per patient and %15 per cycle. Mean female age was 26.6 (range 19-36). Mean number of treatment cycles were significantly lower in pregnant group (p<0.0001). Midluteal progesterone levels were significantly higher in pregnant group compared to non-pregnant group (p=0.03). There were no significant differences between the groups in terms of other various parameters.

DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our results, factors affecting pregnancy in women with unexplained infertility treated with CC were number of treatment cycles and midluteal progesterone level. Therefore, in cases of short duration of infertility, CC should be considered in first line treatment.

CASE REPORT
14.Diffusie Alveolar Hemorrhage-Complication of Warfarin Treatment
Dostalı Alıyev, Esra Özer, Cihan Şahin, Onur Özlü
doi: 10.5222/iksstd.2019.52244  Pages 53 - 57
Diffüz alveoler hemoraji (DAH) akut solunum yetmezliğine neden olabilen bir tıbbi acil durumdur. DAH tanısı ve tedavisi mümkün olan en kısa sürede yapılmalıdır. Vaskülit, enfeksiyon, pestisit zehirlenmesi, barotravma, yaygın alveolar hasar, pulmoner emboli ve antikoagülan gibi çeşitli nedenleri vardır (1). Varfarin tedavisi DAH'ın nadir bir nedenidir (1). Biz aort kapak replasmanı için varfarin tedavisinin bir komplikasyonu olarak diffüz alveoler hemoraji gelişen 69 yaşında bir erkek hastayı sunmayı amaçladık.Varfarin tedavisi kesildi ve mekanik ventilasyon tedavisi sırasında taze donmuş plazma, metilprednizolon, K vitamini verildi. Hasta iyi yanıt verdi ve INR terapötik değere kadar azaldı.Varfarin tedavisi sırasında DAH olasılığı mutlaka hatırlanmalıdır.
Diffuse alveolar hemorrhage (DAH) is a medical emergency which can cause acute respiratory failure. The diagnosis and treatment of DAH should be carried out as soon as possible.DAH has various causes such as vasculitis or capillaritis, infections, pesticides intoxication, barotrauma, diffuse alveolar damage, pulmonary embolism and anticoagulants(1). Warfarin therapy is a rare cause of DAH (1). We aimed to present a 69 year-old male patient who developed diffuse alveolar hemorrhage as a complication of warfarin therapy for aortic valve replacement. Warfarine was ceased and fresh frozen plasma, metilprednisolone, vitamin K were administered during mechanical ventilation therapy. The patient was responded well and INR decreased to therapeutic value. DAH should be remembered during warfarine therapy to avoid challenging situations.

15.Approach to Amyand Hernia and Review of the Related Literature
Yusuf Emre Altundal, Ahmet Kocakuşak, Mürşit Dincer, Adnan Hut, Doğan Yıldırım, Muzaffer Akıncı
doi: 10.5222/iksstd.2019.43434  Pages 58 - 60
Kasık fıtığı kesesi içerisinde apendix vermiformisin bulunmasına Amyand Herni ismi verilmektedir. Tüm kasık fıtıkları içinde %1’inden az oranda görülen bu durumun tanınması ve tedavisi özellik arz etmektedir. Acil servisimize inkarsere sağ inguinal herni ile başvuran 59 yaşındaki erkek hasta, fizik muayenede inkarsere hernisinin redükte olması nedeniyle oluşabilecek tüm riskleri kabul ederek servis takibini ve cerrahi operasyonu kabul etmemiştir. Hastanın elektif ameliyatında Amyand herniye rastlanmış ve cerrahi olarak tedavi edilmiştir. Genel cerrahi pratiğinde önemli bir yere sahip olan kasık fıtıklarının içinde nadir rastlanan vakanın anemnezi ile birlikte uygulanan cerrahi tekniğin literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır.
Presence of appendix vermiformis in the inguinal hernia sac is called Amyand Hernia. It is seen in less than 1% of all inguinal herniae; therefore its diagnosis and treatment is very important. A 59-year-old male patient admitted to our emergency service with right incarcerated inguinal hernia which is reduced with the physical examination. Accepting all the possible risks, the patient did not agree to the clinic follow up and operation. During his elective operation, Amyand hernia was discovered and surgically treated. The purpose of this study is to present an inguinal hernia case which has an important place in the general surgery practice and its rarely seen subtype with anamnesis and performed surgery.