E-ISSN: 2822-6771
Volume : 3 Issue : 3 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 3 (3)
Volume: 3  Issue: 3 - 2011
REVIEW
1.Influenza infection in children
Selim ÖNCEL
Pages 101 - 110
İnfluenza, sağlıklı çocuklarda genellikle akut, kendi kendini sınırlayan, komplikasyonsuz bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır; ancak nadiren de olsa ağır geçirilebilir ve ölüme neden olabilir.
İnfluenza C virüsü, daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu hastalığına neden olan, nadir bir etkendir. İnfluenza A ve B ise salgınlardan sorumludur.
İnfluenza virüsü, dünya çapında meydana getirdiği salgınlarla kitle ölümlerine neden olmuş bir virüstür. Örneğin, 1918 influenza pandemisinde 20 milyon kişi ölmüştür. Ülkemizde 2009-2010 influenza mevsiminde dolaşımdaki influenza virüslerinin neredeyse tamamı domuz gribi virüsü olarak da bilinen H1N1 iken, 2010-2011 mevsiminde hakim tip %55 oranıyla influenza B virüsüdür. İnfluenzanın kuluçka süresi 1-4 gündür. Çocuklarda influenzadan ölüm oranı, erişkinlere göre daha düşüktür.
On üç yaşından büyük çocuklarda ve yetişkinlerde en ağır hastalığa neden olan influenza A (H3N2) olup bunu sırasıyla influenza B ve mevsimsel influenza A (H1N1) izlemektedir. On üç yaşından küçük çocuklarda hastalık semptomlarının şiddetiyle virüs serotipi arasında bir ilişki yoktur.
2009 H1N1 influenza virüsü ve bu virüsün salgın yapmasından önceki iki influenza mevsiminde dolaşımda olan influenza virüsleri arasında, ağır komplikasyonların gelişme riski açısından bir fark olmadığı saptanmıştır.
İnfluenzaya tanı koyma sürecinde en önemli basamak, hastanın influenza olabileceği şüphesini akla getirmektedir. Tanıda tercih edilen yöntem, polimeraz zincir reaksiyonudur.
İnfluenzanın tedavisinde ve kemoprofilakside nöraminidaz inhibitörleri (zanamivir ve oseltamivir) kullanılır.
Tedaviye başlamak için kesin sonuçların çıkması beklenmemelidir. İnfluenzadan korunmanın en etkili yolu, altı aydan büyük kişilerin her yıl aşılanmasıdır. İnfluenza aşıları, her yıl bir sonraki influenza mevsiminde dolaşımda olacağı öngörülen virüs tiplerinden üçünü içerecek şekilde yeniden hazırlanmaktadır.
Childhood influenza is often an acute, self-limiting and complication-free illness in immunocompetent children. Although rarely, it may be severe and fatal.
While influenza C virus is a rare cause of upper respiratory disease, influenza A and B viruses are responsible for epidemics.
Influenza viruses may cause pandemics leading to mass deaths worldwide. Mortality in childhood influenza is lower than that in adults.
In children older than 13 years of age, the most severe clinical course is caused by influenza A (H3N2), followed by influenza B and seasonal influenza A (H1N1). There is no relationship between the symptom severity and the virus serotype in children younger than 13 years of age.
With respect to complications rate, there is no significant difference between 2009 H1N1 influenza virus and those in circulation in the two previous influenza seasons.
The major step in the diagnosis of influenza is the suspicion that the patient may have influenza. Polymerase chain reaction is the preferred method for diagnosis.
Neuraminidase inhibitors (zanamivir and oseltamivir) are used in the pharmacotherapy and chemoprophylaxis of influenza. Antiviral therapy should be started while pending the results of viral tests. The most efficient way of prophylaxis is having yearly influenza vaccine shots. Influenza vaccines are reconstituted every year with antigens of three of the most anticipated epidemic serotypes.

RESEARCH ARTICLE
2.Does Proteinuria In Severe Pre-eclampsia Affect Maternal and Perinatal Outcomes?
Alpaslan Akyol, Demet Çakmak, Ali İsmet Tekirdağ
Pages 111 - 117
AMAÇ: Ağır preeklampsi olgularındaki proteinürinin maternal ve perinatal sonuçlara etkisini değerlendirmek.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde ağır preeklampsi tanısı ile yatan hastalar 24 saatlik idrardaki protein miktarına göre Grup 1 (proteinüri<2gr) ve Grup 2 (proteinüri>=2 gr) olarak iki gruba ayrıldı. Her bir gruptaki olgular maternal ve perinatal sonuçlar açısından retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışma kriterlerine uyan toplam 690 olgu çalışmaya alındı. Grup 1 olguların %42.8’ini (296), grup 2 ise %57.2’sini (394) oluşturmaktaydı. Olgu grupları arasında maternal ve perinatal sonuçlar yönünden anlamlı fark saptanmadı. Yalnızca proteinüri >= 2gr olan olgu grubunda doğumda gebelik haftası anlamlı olarak daha küçüktü (p= 0.0005) ve toplam maternal morbidite anlamlı olarak daha fazla idi (p= 0.009).
SONUÇ: Ağır preeklampsi olgularında proteinüri derecesinin maternal ve perinatal sonuçlara etkisi yoktur. Tek başına proteinüri miktarı bir doğum endikasyonu olarak düşünülmemelidir.
OBJECTIVE: To examine the effects of proteinuria on perinatal and maternal outcomes in severe preeclampsia cases.
METHODS: We examined perinatal and maternal outcomes of the severe preeclamptic womens in our clinic by dividing them two group according to the amount of proteinuria per 24 hours (group1<2g, group2 >=2g).
RESULTS: Six hundred and ninety paitents met the inclusion criteria. Group 1 constituted 42.8% (296) and group 2 is 57.2% (394) of all cases. There weren’t any significant differences between two groups regarding perinatal and maternal outcomes. However, mean gestational age at delivery was lower in the group with proteinuria >=2g (p= 0.0005) and total maternal morbidity rates was significantly higher in the group 2 (p=0.009).
CONCLUSION: Significant proteinuria doesn't have adverse effects on perinatal and maternal outcomes in severe preeclamptic patients. Proteinuria must not be considered as an indication for delivery.

3.Vaginal Mesh Erosions After TOT Operations
Cüneyt Eftal Taner, İlkan Kayar, Yasemin Göklü, Gülin Okay
Pages 118 - 121
AMAÇ: TOT operasyonlarından sonra ortaya çıkan mesh erozyonlarının gözden geçirilerek tartışılması.
YÖNTEMLER: 130 TOT olgusunun yaş ortalaması 50.5 ± 9.5 (29-72) idi. Postoperatif takip süreleri ortalama 15.5 ± 7.9 (1-30) ay idi. Tüm olgularda makroporlu polypropylene meshler kullanıldı. İntraoperatif ve postoperatif komplikasyonlardan sadece mesh erozyonları incelendi.
BULGULAR: 130 TOT operasyonu sonrası 6 olguda (%4.6) mesh erozyonu izlendi. Tüm olgularda vaginal erozyonlar postoperatif ilk 6 ay içinde ortaya çıktı. 4 olguda akıntı ve ağrı,3 olguda disparauni yakınması mevcuttu. Enfeksiyon izlenmeyen olgularda lokal erode mesh eksizyonu, mukoza debridmanı ve resutur uygulandı.
SONUÇ: Mesh erozyonları TOT operasyonları sonrasında görülen ve enfeksyoz komplikasyonlar nedeniyle derhal tedavi edilmesi gereken komplikasyonlardır.
OBJECTIVE: Evaluate and discuss the mesh erosions occurring after TOT operations.
METHODS: Mean age of 130 cases was 50.5 ± 9.5 ( 29 – 72 ). Mean postoperative follow up period was 15.5 ± 7.9 months. Polyprepylene macroporous meshes have been used in all cases. Among intraoperative and postoperative complications only mesh erosions are investigated.
RESULTS: Mesh erosions were observed in six cases among 130 TOT operations ( % 4.6 ). Vaginal erosions were diagnosed during the first six months of the postoperative period. There was vaginal discharge and ache in 4 cases. There was disparauni complaintment in 3 cases. Woman without infections mesh erosions were excised and vaginal mucosa was resutured after debridement.
CONCLUSION: Mesh erosions are important complications observed after TOT operations and they should be treated immediately for infection risk.

4.Evaluation of depression scales in children with primary nocturnal enuresis and their mothers
Mustafa Sahtiyancı, Gönül Aydoğan, Alev Yılmaz, Nilüfer Alçalar, Erkut Öztürk, Aysel Kıyak, Burcu Türk, Ayşegül Aktalay
Pages 122 - 128
AMAÇ: Sık rastlanan çocukluk çağı hastalıklarından biri olan primer enürezis noktürna 5 yaşın üzerindeki çocuklarda gece uyurken aralıklarla oluşan idrar kaçırma davranışıdır. Bu durum çocuklar ve anneleri üzerinde davranışsal sorunlara ve psikiyatrik bozukluklara neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, primer enürezis noktürna tanısı alan çocuklar ve annelerinin depresyon düzeylerini değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Primer enürezis noktürna tanısı alan ve 3 aylık desmopressin tedavisine yanıt vererek enürezisi düzelen 40 çocuk ve onların anneleri çalışmaya alındı. Hastalara Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği, annelerine de Beck Depresyon Ölçeği tedavi öncesi ve tedavi sonrası olmak üzere iki kez uygulandı. Hastaların ve annelerinin tedavi öncesi depresyon ölçümü sonuçlarıyla tedavi sonrası sonuçları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan çocukların ortalama yaşı 10,8±2,2 yaş (7-15 yaş) idi ve 21’i (%52,5) erkek, 19’u (%47,5) kızdı. Çocukların ortalama Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği puanları tedavi öncesi 10,5 ± 6 ve tedavi sonrası 8±5,5 idi. Çocukların tedavi sonrası Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği puanlarında tedavi öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı bir düşme saptandı (p<0,003). Olguların annelerinin Beck Depresyon Ölçeği puanlarında tedavi öncesine göre düşme saptandı ancak bu düşme istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0,05).
SONUÇ: Primer enürezis noktürna hem çocuk hem de anneleri üzerinde stres oluşturan ve olumsuz duygulanıma neden olan bir durumdur. Bu nedenle, çocuklar uygun tedavi yaklaşımları ile tedavi edilmeli, düzenli aralıklarla takipleri yapılmalı ve çocuk psikologları ile beraber çalışarak gerekli psikolojik destek verilmelidir. Hastaların annelerine de bu konuda yalnız ve çaresiz olmadıkları hissettirilmeli, anneler için de psikolojik destek hizmetleri sunulmalıdır.
OBJECTIVE: Primary nocturnal enuresis is one of the most frequent problem in childhood and is defined as bed-wetting after 5 years old. This condition may cause behavioral and psychiatric disturbances. The aim of this study is to determine the depression levels of children with primary nocturnal enuresis and their mothers.
METHODS: Fourty children diagnosed as primary nocturnal enuresis and responsive to desmopressin treatment lasting 3 months were enrolled in the study. Depression Scale for Children was performed for children and Beck Depression Scale was performed for their mothers to evaluate depression level before and after treatment. The results of depression scales before and after treatment were compared.
RESULTS: The mean age of the children was 10.8±2.2 years (7-15 years) and 21 of them (52.5%) weremale, 19 (47.5%) were female. The mean score of the children in Depression Scale for Children before and after treatment were 10.5 ± 6 and 8±5.5, respectively. The mean score after treatment was found to be significantly decreased in comparison with the mean score before treatment in children (p<0.003). Although mean post-treatment depression score was diminished in evaluation of the mothers, this decrease was not statistically significant.
CONCLUSION: Primary nocturnal enuresis may cause emotional stress and negative affectivity both in children and their mothers. Therefore, children with primary nocturnal enuresis should be treated properly, followed regularly and given psychological support in collaboration with pediatric psychologists. The mothers of these patients should be supported as well.

5.Evaluation of culture positive sepsis cases in our neonatal intensive care unit according to rate, etiologic factors, responsible microorganisms and antibiotic resistance
Sultan Kavuncuoğlu, Selcen Kazancı, Hayrettin Yıldız, Esin Aldemir, Özden Türel, Mehmet Ramoğlu
Pages 129 - 138
AMAÇ: Neonatoloji ünitemizde yatan tüm yenidoğanların kültür sonuçlarını değerlendirmek, kültür pozitif sepsis sıklığını, risk faktörlerini, etken mikroorganizmaları, antibiyotik direncini ve prognozu irdelemekti
YÖNTEMLER: Ocak-Aralık 2007 tarihleri arasında hastanemiz I-II-III. düzey yoğun bakım ünitesine yatan ve sepsis düşünülen yenidoğanların kan, idrar, beyin omurilik sıvısı kültürleri değerlendirildi. Sepsise neden olan risk faktörlerinden; doğum yeri, doğum ağırlığı, gebelik haftası, erken membran rüptürü, ventilatörde solunum desteği, kan değişimi, evde septik doğum ve hastanede yatış süresi sorgulandı. Erken ve geç sepsis oranları, üreyen mikroorganizmaların dağılımı, antibiyotik direnci ve mortalite belirlendi
BULGULAR: Bir yılda 3865 hastadan 4250 kan, beyin omurilik sıvısı, idrar kültürü alındı. Kan kültüründe % 8.8, beyin omurilik sıvısında % 7.3, idrar kültüründe % 0.14 üreme saptandı. Kanda üreyen mikroorganizmalar sırasıyla; Koagülaz Negatif Staphylococcus (%41), Staphylococcus aureus (% 18), Grup B streptococcus (%11), Escherichia coli (% 3.3), Klebsiella Pneumoniae (%2), diğer gram (-) bakteriler (%7.9), Candida albicans (%1.6) idi. Olguların %60’ı erken, %40’ı geç sepsisti.
Hastanede uzun yatış, prematürelik, ventilatör tedavisi, evde doğum, kan değişimi önemli risk faktörleriydi.

SONUÇ: Üreyen mikroorganizmalar gelişmiş ülkelerdeki sıralamaya benzer bulundu. Grup B streptokok oranında yıllar içinde artma saptandı. Ünitemizde gram (+) ve gram (-) enfeksiyonlarda kullanılan antibiyotiklere direnç literatürden yüksek değildi. Sepsis mortalitesi düşük bulundu.
OBJECTIVE: Our aim was to evaluate the culture results of all hospitalized newborns to assess the rate of culture positive sepsis, risk factors, responsible microorganisms, antibiotic resistance and prognosis.
METHODS: Blood, urine, cerebrospinal fluid culture results of all newborns who were prediagnosed with sepsis, in level I-II-III neonatal intensive care units between the dates of January-December 2007 were evaluated. Risk factors such as sepsis, birth place, birth weight, gestational age, premature rupture of membranes, ventilatory support, exchange transfusion, hospitalization duration and septic birth were questioned. Early and late sepsis ratio, distribution of microorganisms, antibiotic resistance and mortality ratios were determined.
RESULTS: Totally 4250 blood, urine and cerebrospinal fluid cultures were obtained from 3865 infants in a year. Bacterial growth was detected in 8.8% of blood, 7.3% of cerebrospinal fluid, 0.14% of urinary cultures. The isolates yielded from blood cultures comprised coagulase negative Staphylococcus (41%), Staphylococcus aureus (18%), Grup B streptococcus (11%), Escherichia coli (3.3%), Klebsiella pneumoniae (2%), other gram (-) bacterias (7.9%), Candida albicans (1.6%). Sixty % of cases were early and the rest were late sepsis.
Prolonged hospital stay, prematurity, ventilatory support, birth at home and exchange transfusion were defined as important risk factors.


CONCLUSION: The etiologic agents in our center were similar to developed countries. A substantial increse in prevelance of group B streptococci was detected. Resistance against antibiotics used for gram (-) and gram (+) bacterias in our unit wasnt higher than the literatüre.Sepsis mortality was low.

6.Morbidity In Infants of Diabetic Mothers
Nalan Karabayır, Cüneyt Atalay, Erdal Adal, Hasan Önal
Pages 139 - 146
AMAÇ: Hastanemiz yenidoğan ünitesinde izlenen term diyabetik anne çocuklarının değerlendirilmesi
YÖNTEMLER: Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1 Ocak 2008 – 1 Ocak 2009 tarihleri arasında yenidoğan servisinde izlenen 82 term diabetik anne çocuğunun dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların anne bilgileri (annenin diabet durumu, kullandığı ilaçlar, sigara içimi, kronik hastalık durumu), bebeklerin doğum ağırlığı, doğum şekli, 1. ve 5. dakika APGAR skoru, cinsiyet ve bebeğin hastanede yattığı dönemde ortaya çıkan sorunları (RDS, TTN, MAS, sepsis, hipokalsemi, hipomagnezemi, hipoglisemi, polistemi, hiperbilirubinemi, doğum travması, konjenital malformasyonlar ve konjenital kalp hastalığı ) kaydedildi.
BULGULAR: 82 olgunun; 2’si (%2) Tip 1 DM’lu anne bebeği, 4’ü(%5) Tip 2 DM’lu anne bebeği, 76’sı (%93) gestasyonel diyabetli anne çocuğu olup, olguların 31’i (%38) kız, 51’i (% 62) erkekti. Yirmi dokuzu NSD, 53’ü C/S ile doğan olguların 6’sı (%7 ) SGA, 37’si (% 45) AGA, 39’u (% 47) LGA bebekti. En sık saptanan sorunlar 33 (%40.8) olgu ile hiperbilirubinemi, 29 (% 35) olgu ile hipoglisemi ve 28 (% 34.1) olgu ile konjenital kalp hastalığıydı. Yapılan ekokardiyografilerde ise en sık rastlanan anomaliler hipertrofik KMP, ASD, ve PDA olarak saptandı.
SONUÇ: DAÇ tanısı alan bebeklerde başta hiperbilirubinemi, hipoglisemi ve konjenital kalp hastalıkları olmak üzere pek çok sorun ortaya çıkabilir. Olası morbidite ve mortaliteyi azaltmak için bu bebekler prenatal, natal ve postnatal dönemlerde yakından takip edilmelidir.
OBJECTIVE: To investigate problems of infants of diabetic mothers who are born in our hospital and then treated in NICU during newborn period because of their clinical problems.
METHODS: The study is based on the 82 infants of Diabetic mothers who were born in İstanbul Bakırköy Maternity and Children Hospital between 1st January 2008 and 1 st January 2009 and also were treated in NICU because of their clinical problems in the newborn period. The documents of the patients were analyzed retrospectively.The study report which includes the mother’s data (type of Diabetes, medications, smoking and presence of chronic disease) and the newborns’ data (birth weight, type of delivery, 1st and 5th second APGAR scores, sex and clinical problems such as RDS, TTN, MAS, septisemia, hypocalcemia, hypomagnesemia, hypoglycemia, polistemia, hyperbilirubinemia, birth injuries, congenital malformations, congenital heart diseases) was formed. The data were analyzed statistically.
RESULTS: The distribution of 82 cases according to their types of mother diabetes were as following; the mothers of 2 (2%) newborns were type 1 DM, the mothers of 4 (5%) newborns were Type 2 DM and the mothers of 76 (93%) newborns were Gestational DM.The 31(38%) of newborns were female, 51(62%) of newborns were male.The birth weights of 6 (7% ) cases were under 2500 gr (SGA), 39 (47% ) of the cases were over 4000 gr (LGA) and the birth weights of other 37 (45%) cases were 2500-4000 gr (AGA). The most frequently seen newborn period clinical problems were; hyperbilirubinemia in 33 cases, hypoglycemia in 29 cases,congenital heart diseases in 28 cases. The most frequently observed echocardiography findings were Hypertrophic CMP, ASD, and PDA.The average hospitalization period of cases were 7,9±5,5 days.
CONCLUSION: Several problems may occur, such as hyperbilirubinemia, hypoglycemia and congenital cardiac disorders in infants diagnosed with infant of diabetic mother. To reduce the possibility of morbidity and mortality, it is recommended that these infants should be followed closely during their prenatal, natal and postnatal periods.

CASE REPORT
7.New Trend in Ectopic Pregnancy: Suspicion Saves Life
Ahmet Şahbaz, İbrahim Polat, İsmet Alkış, Ali İsmet Tekirdağ
Pages 147 - 149
Yardımcı üreme tekniklerinin (YÜT) kullanımı ile heterotopik gebelik (HG) insidansında artış izlenmektedir. 32 yaşında gebe hasta acil jinekoloji polikliniğimize karın ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın anamnezinde primer inferitilite nedeniyle embriyo transfer öyküsü mevcuttu. Akut batın tablosu nedeniyle ameliyata alınan hastanın 3X2 cm çapında sol ampullar kitlesi çıkartıldı. Histolojisi tubal ektopik gebelik olarak geldi.
Anahtar Kelimeler: heterotopik gebelik, ektopik gebelik, yardımcı üreme teknikleri
The incidence of Heterotopic Pregnancy (HP) has increased as the use of assisted reproductive technologies (ART) has become more widespread. A 32-year-old pregnant woman self referred to our emergency unit with abdominal pain. The patient had a history of embryo transfer due to primary infertility. During the operation, a left ampullar mass, in size of 3x2 cm, resected. Histology showed a tubal pregnancy.
Key words: heterotopic pregnancy, ectopic pregnancy, assisted reproductive technologies

8.Mowat-Wilson sydrome with hirschsprung disease: a case report
Ünal Güvenç, Gülay Aydın Tireli, Oyhan Demirali, Serdar Kale, Serdar M.h. Sander
Pages 150 - 152
Amaç: Hirschsprung Hastalığını da içeren çoklu anomali ve tipik bir yüz görünümü ile seyreden bir klinik olgunun literatür bilgileri eşliğinde sunulmasıdır.
Olgu Sunumu: Mowat-Wilson Sendromu (MWS), kabızlıktan total kolonik aganglionozise kadar geniş bir yelpaze içinde, kolonik sorunları da içeren ve bu yüzden Hirschsprung Hastalığı (HH)’nın fizyopatolojisine ışık tutabilecek bir sendromdur.
Sonuç: MWS ile beraber bulunan HH ağır bir klinik durum oluşturabilir. MWS’nin HH ile birlikteliği kural olmamakla birlikte olguların %50 sinde bulunmakta ve klinik seyri farklılıklar gösterebilmektedir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER: Mowat Wilson Sendromu, Hirschsprung Hastalığı, barsak motilite bozukluğu.
Aim: In this study we represent a case of Mowat-Wilson Syndrome (MWS) with Hirschsprung disease(HD).
Case: .In MWS, intestinal motility disorder represents a wide spectrum of clinical findings from milder form of constipation to severe HD resistent to medical and surgical therapy.
Conclusion: Mutation or deletion of ZEB 2 (ZFHX1B=SIP-1) gene is indicated as the etiology of MWS. The investigations of this gene or part of chromosome will also show the way of HD in future.

Key words: Mowat-Wilson sydrome, Hirschsprung disease, intestinal motility disorder