E-ISSN: 2822-6771
Volume : 6 Issue : 2 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 6 (2)
Volume: 6  Issue: 2 - 2014
REVIEW
1.Moderately and Late Preterm Babies and Their Morbidities
Tutku Özdoğan, Esin Yıldız Aldemir, Sultan Kavuncuoğlu
doi: 10.5222/iksst.2014.057  Pages 57 - 64
Orta derece (32-34 hafta ) ve geç prematüre (34-37 hafta) bebek doğumlarında son yıllarda artış gözlenmektedir. Bu durum hem yenidoğan hekimleri hem de kadın doğum hekimleri için doğumu önleyebilme ve sonrasında uygun yaklaşımlar açısından önem kazanmaktadır. Bu derleme ile orta ve geç prematüre bebek tanımı, yenidoğan dönemi ve erken çocukluk dönemindeki sorunları, bakım ve takip prensiplerini ve bu doğumların medikal olmayan nedenlerinin azaltılması gerektiğini vurgulamak istedik.
It is clear that moderate (32-34 weeks) and late (34-37 weeks) preterm births are increasing in number in the recent years and it is a problem for both pediatric and obstetric practitioners. This article was aimed to describe what is moderate/late preterm infant, their early and late problems, morbidity, management and prevention strategies.

RESEARCH ARTICLE
2.The Effects of Birth Weight on the Maternal and Fetal Complications
Hasan Talay, Alpaslan Akyol, Atınç Özer, Erbil Karaman, Çağdaş Özdemir, Hasan Cemal Ark
doi: 10.5222/iksst.2014.065  Pages 65 - 70
AMAÇ: Bebek doğum ağırlığının doğum sürecinde maternal ve fetal komplikasyonlara etkisinin incelenmesidir.
YÖNTEMLER: Hastanemizde Haziran 2011-Temmuz 2012 tarihleri arasında normal doğum tartısı olarak kabul edilen 2500 – 4000 gram arası doğum yapmış 274 olgu (Grup 1) ile 4000 gram üzeri doğum yapmış 246 olgu (Grup 2) dosyası retrospektif olarak incelendi. Oluşturulan bu iki grup demografik özellikler (yaş, gravida, parite, doğumda gebelik haftası, vücut kitle indeksi (VKİ)), doğum şekli, epizyotomi gereksinimi, 1. ve 5. dakika APGAR skoru, doğumda oluşan komplikasyonlar, bebeğin hastaneye yatış gereksinimi, yenidoğan yoğun bakım ünitesi gereksinimi ve hastanede yatış süresi açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Grup1 (2500-4000 gr.) ve Grup 2(>4000gr.) maternal demografik özellikler açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak parite sayısının (p=0.02) ve obes hasta (VKİ>30 kg/m2) oranının (p=0.03) Grup 2 lehine anlamlı olduğu görüldü. Yine Grup2 lehine sezaryen (p=0.04) ve epizyotomi gereksinimi oranında (p=0.008) istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulundu. Doğumda oluşan fetal komplikasyonlarda anlamlı bir farklılık saptanmazken, maternal doğum komplikasyonu (p=0.02) ve toplam doğum komplikasyonu (p=0.003) oranında gruplar arasında istatistiksel anlamlı bir farklılık bulundu.
SONUÇ: Doğum ağırlığının 4000 gramın üzerinde olması epizyotomi gereksiniminde, sezaryen oranlarında ve doğumda oluşan maternal komplikasyonlarda istatistiksel anlamlı bir fark oluştururken, fetal komplikasyonlar, APGAR skorları, bebeğin hastaneye yatış gereksinimini ve kalış süresi açısından istatistiksel bir farklılık oluşturmamıştır.
OBJECTIVE: To investigate the effect of birth weight on maternal and fetal complications
METHODS: 274 patients who delivered 2500 – 4000 grams (Group 1) and 246 patients who delivered over 4000 grams (Group 2) were analyzed retrospectively at our hospital between June 2011 and July 2012. Data from both groups were compared with respect to demographic characteristics (age, gravidity, parity, gestational weeks at birth, body mass index (BMI)), mode of delivery, episiotomy requirement, 1 and 5 minute APGAR scores, birth complications, requirement for hospitalization and for neonatal intensive care unit admission, duration of hospitalization.
RESULTS: Group 1 (2500-4000 g.) and Group 2 (>4000 g.) were statistically compared in terms of demographic characteristics, maternal parity (p=0.02) and at a rate of obese (BMI>30kg/m2) patients (p=0.03) showed a significant difference in favor of Group 2. Cesarean section (p = 0.04) and episiotomy requirement ratio (p = 0.008) in favor of Group 2 statistically significant difference was found. There was no statistically significant difference between the two groups in the rate of fetal complications occurring at delivery, while there were significant differences between group 1 and group 2 in the rate of maternal complications occurring at delivery (p=0.02) and total complications occurring at delivery (p=0.003).
CONCLUSION: The requirement for episiotomy, cesarean delivery and maternal complications occurring at delivery was significantly higher in the women with high birth weight (> 4000 g), while there were no significant differences in the rate of fetal complications occurring at delivery, APGAR scores, requirement for hospitalization, and the duration of hospital stay for groups 1 and 2 when birth weight was evaluated.

3.Maternal and Perinatal Outcomes of Cholestatic Pregnancy Disease
Öznur Dündar, Sıdıka Tezcan, Ibrahim Polat, Deniz Acar, Ali Ekiz, Ali Gedikbaşı
doi: 10.5222/iksst.2014.071  Pages 71 - 77
AMAÇ: Perinatoloji kliniğimizde obstetrik kolestaz tanısı konulan hastaların yönetimini ve gebelik sonuçlarını değerlendirmek.
YÖNTEMLER: Ocak 2002 ile Şubat 2013 yılları arasında, hastanemizin perinatoloji kliniğinde yatırılarak takip edilen obstetrik kolestaz tanılı 151 hasta retrospektif olarak analiz edildi. Kaşıntı nedeni olabilecek herhangi bir dermatolojik durum yokluğu, kolestatik patern gösteren karaciğer testleri ALT (alanin transaminaz) ve AST (aspartat transaminaz) >40U/L, viral hepatit bulgularının olmaması (negatif HbSAg, anti-HBc ve anti-HAV verileri), ultrasonografik olarak safra kesesi ve karaciğer patolojisi olmaması gebeliğin kolestatik hastalığı tanı kriteri olarak belirlendi. Maternel ve neonatal sonuçlar kayıt edildi.
BULGULAR: Gebelerin ortalama yaşları 28.81±5.67 olup, 151 gebeden 168 yenidoğan doğumu gerçekleşti. Obstetrik kolestaz ortalama tanı haftası 33.99±3.06, doğumda gebelik haftası 36.96±1.87 hafta olarak saptandı. Doğumların %52.31’ i sezaryen ile gerçekleşti En sık sezaryen endikasyonu %28.47 ile daha önce geçirilmiş sezaryen; bunu %22,51 oran ile fetal distress izledi. Preterm doğum oranı (<37 gebelik haftası) %35.11 olarak saptandı. Ortalama yenidoğan ağırlığı ve 5.dakika APGAR skoru sırası ile 3008,27±554,29 gram ve 8.76±0.87 olarak belirlendi. Ammiyotik sıvıda mekonyum oranı %14.28, yenidoğan yoğun bakım ünitesine kabul oranı ise %10.71 olarak saptandı. Perinatal mortalite oranı %4.76 şeklinde belirlendi.
SONUÇ: Obstetrik kolestaz tanısı, klinik bulgu ve laboratuvar sonuçları ile konur. Gebelik kolestaz tanısı ayırıcı tanısı dikkatli bir şekilde yapılmalı ve benzer klinik tablo oluşturabilecek hastalıklar irdelenmelidir. Antenatal fetal ve maternal izlem özenle gerçekleştirilmelidir.
OBJECTIVE: To evaluate pregnancy outcomes and management of the patients diagnosed with obstetric cholestasis in our clinic.
METHODS: 151 patients with a diagnosis of obstetric cholestasis were hospitalized and followed up in our perinatology clinic from January 2002 to February 2013 and were analyzed retrospectively. Absence of any dermatological condition that can cause itching, cholestatic liver tests showing the pattern of ALT (alanine transaminase) and AST (aspartate transaminase) >40U/L, absence of signs of viral hepatitis (negative for HBsAg, anti-HBc and anti-HAV values) and pathological ultrasonographic finding of gallbladder and liver are determined as diagnostic criteria for colestatic pregnancy for this study. Maternal and neonatal outcomes were recorded.
RESULTS: 151 patients with an average age of 28.81±5.67 delivered 168 babies. Mean time of diagnosis of obstetric cholestasis was found to be 33.99±3.06 gestational weeks and mean gestational time at birth was found 36.96±1.87 gestational weeks. 52.31% of pregnant women gave birth by caesarean section. The most common indication for caesarean was previous caesarean section with a rate of 28.47%, followed by fetal distress with a rate of 22.47%. Preterm birth rate (<37 gestational weeks) was 35.13%. The average infant birth weight and 5th minute APGAR score were 3008.27±554.29 grams and 8.76 ± 0.87, respectively. Meconium in amniotic fluid was detected in 14.28% of the cases and admission rate to neonatal care unit was 10.71%. Perinatal mortality rate was 4.76%.
CONCLUSION: Obstetric cholestasis is diagnosed after clinical findings and laboratory investigations. Differential diagnosis with clinically similar diseases should be evaluated carefully prior to diagnose of cholestasis of pregnancy. Careful fetal and maternal monitoring is required in antenatal period.

4.Surgical Results of Congenital Trigger Finger Patients
Okan Özkunt, Gökhan Polat, Kerim Sarıyılmaz, Ali Erşen, Turgut Akgül, Fatih Dikici
doi: 10.5222/iksst.2014.078  Pages 78 - 82
AMAÇ: Pediatrik yaş grubundaki konjenital tetik parmak hastalarındaki cerrahi tedavi sonuçlarını değerlendirmek.
YÖNTEMLER: 2011-2013 yılları arası Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi kliniğine başvurup opere edilen 27 hastaya ait 37 konjenital tetik parmak retrospektif olarak incelendi.Hastaların 15 tanesi kız 12 tanesi erkekti.Ameliyat edilen hastaların 10 tanesinde her iki elde de tetik parmak saptandı.Hastaların tamamına tek bir merkezde, tek bir cerrah tarafından transvers insizyon kullanılarak A1 pulley gevşetme operasyonu uygulandı.Çalışmada hastalar cinsiyet,yaş,dominant taraf dağılımı,başvuru yaşı,eşlik eden anomaliler,aile öyküsü,semptom ve bulgular,cerrahi sonuç ve postoperatif komplikasyonlar yönünden incelendi.
BULGULAR: Opere edilen hastalar incelendiğinde en sık şikayet olarak parmağın tam olarak ekstansiyona gelmediği ifade edildi.5 olguda takılma, 3 olguda nodül 1 olguda ağrı şikayetleri görüldü.Hastaların ilk başvurusu esnasında yapılan muayenelerinde en sık olarak fleksiyon deformitesi ve metakarpofalangeal eklem üzerinde nodül saptandı.Takılma bulgusu ise sadece % 7 olarak saptandı.1 yaşını geçen ve konservatif tedaviye rağmen şikayetleri düzelmeyen hastalar opere edildi.Hastalar ortalama 5 ay takip edildi.Takipler sonucunda olguların 35 ünde tam hareket açıklığı 2 olguda rezidüel fleksiyon deformitesi, 1 olguda hipertrofik skar görüldü.
SONUÇ: Konjenital tetik parmakta bir yaşını doldurmuş ve konservatif tedaviden yarar görmemiş hastalara daha ileriki dönemde sekel kalmaması açısından biran önce cerrahi tedavi uygulanmasını öneriyoruz.
OBJECTIVE: To assess surgical treatment results of congenital trigger finger in pediatric age group.
METHODS: Between 2011-2013, 37 congenital trigger finger of 27 patients were evaluated retrospectively in Kanuni Sultan Suleyman Hospital Department of Orthopaedics and Traumatology.15 patients were female 12 patients were male.10 patients had bilateral involvement.All surguries were performed by single surgeon in a single instutition.Surgical technique was A1 pulley release with a transvers incision.Patients were evaluated according to gender,age,dominant side involvement,admission age,family history,concomitant anomalies,symptom and signs,surgical results and complications.
RESULTS: Most common complaint of the patients was extansion deficit of the finger.5 patients had triggering and 3 patients had nodule 1 patient had pain complaint.In first physical examination most common sign was flexion deformity,MCP nodule.The patients whose conservative treatment failed older 1 year of age were surgically treated.Mean follow up was 5 months.We determined full range of motion in 35 fingers,2 residual flexion deformity and 1 hypertrophic scar.
CONCLUSION: We recommend early surgical release to prevent further sequel whose conservative therapy failed after 1 year old.

5.The Evaluation of Risk Factors in Premenopausal Patients with Endometrial Hyperplasia
Gökhan Açmaz, Sezin Özyurt, Evrim Albayrak, Mürüvet Başar, Hüseyin Aksoy, Ülkü Aksoy, Yusuf Madendağ, İpek Müderris
doi: 10.5222/iksst.2014.083  Pages 83 - 89
AMAÇ: Endometriyal prekanseröz lezyonların premenopozal dönemde mümkün olduğunca erken belirlenmesine olanak sağlamak için endometriyal hiperplazisi olan hastaların, patoloji sonucu normal olarak rapor edilen hastalarla risk faktörleri açısından değerlendirilmesidir.
YÖNTEMLER: Premenopozal dönemde olan ve anormal uterin kanama ile jinekoloji polikliniğine başvuran 101 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların boy, kilo, bel çevresi ve kalça çevresini kapsayan antropometrik ölçümleri kliniğimizde bu çalışma için görevlendirilmiş sağlık görevlisi tarafından gerçekleştirildi. Hastaların kesin tanısı biyopsi örneklerinin patolojik olarak incelenmesi ile konuldu. Endometriyal biyopsi raporunun sonucuna göre hastalar iki ana gruba ayrıldı: birinci gruba endometriyal prekanseröz lezyonlar dahil edilirken ikinci grupta benign patoloji sonuçları bulunmaktaydı.
BULGULAR: Çalışma ve kontrol grupları arasında parite açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Prekanseröz lezyonları olan grupta parite daha düşüktü (p=0,011) ve bu grupta yer alan hastaların emzirme süresi daha düşük olup istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0,046). Endometriyum kalınlıkları grup 1'de (prekanseröz lezyonu olan hastalar) daha yüksek bulundu (p<0,001) ve bu istatistiksel olarak anlamlıydı. Lezyonların büyük çoğunluğu basit atipisiz endometriyal hiperplazi olarak raporlandı (%80,5).
SONUÇ: Olgu sayısının sınırlı olması ile birlikte semptomatik premenopozal kadınlarda yüksek oranda premalign lezyonlara rastlanılmıştır. Her ne kadar bu hastalarda saptanan lezyonların önemli bir kısmı spontan olarak gerileyecekse de özellikle riskli grupta yer alan düşük pariteli, emzirme süresi kısa hastalarda daha yakın takip önerilebilir. Eğer hasta semptomatik hale gelmişse bu hastalara endometriyal örnekleme önerilebilir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to evaluate the patients with endometriyal hyperplasia and the patients with benign pathology for risk factors to determine endometrial precancerous lesions as early as possible in premenopausal period.
METHODS: This study was performed with 101 women in premenopausal period who were administered to our gynecology policlinic with abnormal uterine bleeding. The patients' anthropometric measurements containing height, weight, waist circumference and hip circumference were performed by a medical assistant assigned to this job in our clinic. The certain diagnosis depends on examining biopsy samples pathologically. The patients divided into two groups according to the endometrial biopsy results: Precancerous lesions exist in group1 and benign endometrial lesions exist in group2.
RESULTS: There was statistically significant difference between study and control groups in terms of parity. The parity was lower in the patients with precancerous lesions (p=0,011) and breast feeding period was also lower in this group (p=0,046). Endometrial thickness were higher in group 1 (patients with precancerous lesions) and it was significant statistically. (p<0,001). Majority of the lesions were reported as simple endometrial hyperplasia (80,5%).
CONCLUSION: Although limited number of cases, endometrial precancerous lesions were determined common in symptomatic premenopausal women. However most of these lesions regress spontaneously, close follow-up could be offered for the patients with low parity and short breast feeding duration. Endometrial sampling can be suggested if the patient becomes symptomatic.

6.Seroprevalance of Rubella, Cytomegalovirus and Toxoplasma Antibodies Among Pregnant Women that Referred to Sorgun State Hospital
Özgün Kiriş Satılmış, Ömer Erkan Yapça, Duygu Yapça, Tuba Çatma
doi: 10.5222/iksst.2014.090  Pages 90 - 96
AMAÇ: Fetusun rubella, sitomegalovirus (CMV) ve toksoplazma ile enfekte olması ciddi konjenital anomalilere veya ölü doğuma yol açabilmektedir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada XXXX Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniklerine Ocak 2012 ile Aralık 2012 tarihleri arasında başvuran gebelerde rubella, CMV ve toksoplazma seropozitiflik oranlarının saptanması amaçlanmıştır. Hastaneye başvuran 15-50 yaş arası hamile kadınlardan alınan 804 serum örneğinde enzim floresans yöntemi (ELFA; Enzyme Linked Fluorescence Assay, Vidas, Bio Mérieux) ile bakılan rubella, CMV, toksoplazma Immünglobulin M (IgM) ve Immünglobulin G (IgG), CMV ve toksoplazma IgG avidite antikor kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Rubella, CMV ve toksoplazma IgM antikorlarının seropozitiflik oranları sırasıyla %0.1, %0.1, %0.2, olarak tespit edilmiş, rubella, CMV ve toksoplazma IgG antikorlarının seropozitiflik oranları ise sırasıyla; %94.0, %99.8, %36.9 olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Gebelerde rubella, CMV ve toksoplazma enfeksiyonu açısından asıl tanı koyduran gebelik öncesi seronegatif iken gebelikte pozitif sonuç elde edilmesidir. Bu nedenle konjenital enfeksiyonların önlenebilmesi ve doğru tanı konulabilmesi için bizim önerimiz gebelik planlanırken ve gebelikte tekrar antikor durumuna bakılması; IgM ve IgG nin eş zamanlı bakılması; her ikisinin de pozitif olması durumunda IgG avidite testiyle enfeksiyonun akut enfeksiyon mu yoksa geçirilmiş enfeksiyon mu olduğuna karar verilmesidir.
OBJECTIVE: Rubella, Cytomegalovirus (CMV) and toxoplasma infections of the fetus can lead serious congenital birth defects or fetal death. These agents are major reason of perinatal morbidity and mortality in developing countries.
METHODS: The aim of this study is to investigate se¬roprevalance of antibodies against rubella, CMV and toxoplasma that may lead to congenital infection among pregnant women who applied to XXXX State Hospital polyclinics of gynecology and obstetrics in the period between January 2012 and December 2012. Rubella, CMV and toxoplasma immunglobulin M (IgM) and immunglobulin G (IgG), CMV and toxoplasma IgG avidity antibodies investigated retrospectively in 804 sera samples, by using the enzyme linked fluorescence method (ELFA; Enzyme Linked Fluorescence Assay, Vidas, Bio Mérieux), ob¬tained from the 15-50 year-old pregnant women who applied to the hospital.
RESULTS: Seropositivity of rubella, CMV and toxoplasma IgM antibodies are %0.1, %0.1, %0.2 and IgG antibodies are; %94.0, %99.8, %36.9 respectively.
CONCLUSION: For prevention of congenital infection and establish a final diagnosis our suggestions are invastigation both of IgM and IgG antibodies before and during pregnancy, in case both of IgM and IgG are positive, determining if it is acute or previous infection by IgG avidity test.

CASE REPORT
7.Postmenauposal Bleeding Due to an Intrauterine Device Forgotten for 29 Years: A Case Report
Özhan Özdemir, Mustafa Erkan Sarı, Dilek Kalkan, Vefa Selimova, Cemal Atalay
doi: 10.5222/iksst.2014.097  Pages 97 - 100
Postmenopozal dönemde rahim içi araçların bırakılması nadir bir postmenopozal kanama nedenidir. 66 yaşındaki hasta Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Jinekoloji Polikliniğine postmenopozal kanama yakınması ile başvurdu. Ultrasonografik değerlendirilmede 29 yıldır bulunan rahim içi araç tespit edildi ve rahim içi aracın çıkartılmasını takiben kanama şikayeti düzeldi. Olgu sunumunu yaptığımız vaka göstermektedir ki; unutulmuş RİA’lar postmenopozal kanamanın nadir bir nedeni olarak karşımıza çıkabilmektedir ve postmenopozal kanamanın araştırılmasında pelvik ultrasonografinin yeri önemlidir.
A retained intrauterine device is a rare, but easily correctable, cause of postmenopausal bleeding. A 66-year-old woman presented to Ankara Numune Education and Resaearch Hospital Departmaent of Gynecology with postmenopausal bleeding. Sonographic evaluation of the endometrium revealed the presence of a intrauterine device retained for at least 29 years. Retrieval of the intrauterine device resulted in complete resolution of symptoms. A retained intrauterine device should be considered in the differential diagnosis for postmenopausal bleeding. In addition, the authors recommend pelvic sonography as the first-line diagnostic modality for postmenopausal bleeding to aid the diagnosis of retained intrauterine device as well as other pathology.

8.Acute Urinary Retention Due to Functional Constipation in a 6-Year-Old Girl: Case Report
Ozan Efesoy, Aysun Savaş, Erdal Çakmak, Erim Erdem
doi: 10.5222/iksst.2014.101  Pages 101 - 105
Kabızlık çocuk hekimlerinin oldukça sık karşılaştığı sorunlardan biridir. Çocuk hekimlerine başvuruların %3’ünün, çocuk gastroenteroloji konsültasyonlarının ise %25’inin nedeni kabızlıktır. Kabızlığın başlıca komplikasyonları dışkı kaçırma, müzmin karın ağrısı ve üriner semptomlardır. Çocuk ürolojisinin acillerinden biri olan akut idrar retansiyonunun fonksiyonel kabızlığa bağlı olarak gelişmesi klinik pratikte çok ender görülen bir durumdur. Bu makalede fonksiyonel kabızlığa bağlı akut idrar retansiyonu gelişen 6 yaşındaki kız çocuk olgusu sunulmuştur.
Constipation is a common problem in children, accounting about for 3% of consultations in average pediatric practice and as much as 25% in a pediatric gastroenterology. Main complications of constipation are functional fecal incontinence, chronic abdominal pain and urinary symptoms. Acute urinary retention associated with functional constipation is extremely rare problem in urological practice. We report a 6-yaer-old girl presenting with anuria by acute urinary retention associated functional constipation.

9.Herpes Zoster Infection with Atypical Presentation: A Case Report
Kamuran Karaman, Hatice Tuba Akbayram, Mesut Garipardıç
doi: 10.5222/iksst.2014.106  Pages 106 - 108
Herpes zoster, dorsal kök ganglionunda latent olarak kalan Varicella zoster virüs’ün (VZV) reaktivasyonu sonucunda gelişen, sıklıkla torasik, servikal, oftalmik ve lumbosakral bölgeleri tutan veziküler döküntü ile karakterize bir hastalıktır. On dört yaşında akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanısı ile takip edilen kız hasta sağ uyluk dış yüzünde ağrı, kızarıklık, şişlik, kabarcıklar ve ateş şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde duyusal sinirin dermatom sahasına uygun olarak sağ uyluk dış yüzünde gruplar oluşturmuş veziküler döküntüleri mevcuttu. Laboratuar incelemelerinde VZV IgG pozitif olarak saptandı. Bu olgumuzda;VZV enfeksiyonun nadir atipik prezentasyon şeklinde de karşımıza çıkabileceğini hatırlatmayı amaçladık.
Herpes zoster is a disease which is characterised by vesicular eruptions involving thoracic, cervical, ophtalmic and lumbosacral plexus and caused by the reactivation of Varicella zoster virus(VZV) which is remaining latent in dorsal root ganglions. A 14-year-old girl with the diagnosis of acute lymphoblastic leucemia was admitted to our emergency clinic with the complaints of fever, pain, redness, edema and bubbles on right outer side of thigh. On physical examination, group-forming vesicular eruptions on the lateral side of right thigh were present. Varicella zoster immunoglobulin G was found to be positive. In this case, we aimed to remind that VZV infection can be diagnosed rarely in atypical presentation.

10.Anomalous Left Coronary Artery From the Pulmonary Artery
Murat Çiftel, Halil Ertuğ
doi: 10.5222/iksst.2014.109  Pages 109 - 112
Pulmoner arterden kaynaklanan sol koroner arter anomalisi (ALCAPA) nadir fakat ciddi bir doğumsal kalp defektidir. Konjenital kalp hastalıklarının %0,25-0,50’ sini oluşturur. İlk olarak 1866 yılında tanımlanmıştır. 1933 yılında ise Bland ve arkadaşları tarafından ilk klinik tanımlama yapılmıştır. Olguların çoğu ilk bir yıl içinde üfürüm duyulması veya konjestif kalp yetmezliği bulgularının varlığı ile tanı alır. Cerrahi olarak düzeltilmediğinde mortalitesi yüksektir. Tanının konulması cerrahi tedavi endikasyonudur. Modern cerrahide amaç iki ayrı koroner sistemi oluşturmaktır bunun için günümüzde en sık kullanılan cerrahi yöntem reimplantasyondur. Bu yazıda direkt reimplantasyon cerrahi yöntemi tedavi edilen bir olgu sunulmuştur.
ALCAPA (Anomalous origin of the left coronary artery arising from the pulmonary artery) is a rare but serious congenital cardiac defect accounting for 0.25-0.50% of all congenital heart diseases. ALCAPA was first described in 1866. The first clinical description was made by Bland et al. in 1933. Most of the cases are diagnosed by murmur and the presence of congestive heart failure (CHF) findings in the first year. Diagnosis indicates surgery and when left untreated without surgery, the mortality rate is high. The aim of modern surgical treatment is to establish two different coronary systems. Therefore, reimplantation is currently the most commonly used technique. In this article we report a patient treated with direct reimplantation surgical method.