E-ISSN: 2822-6771
Volume : 7 Issue : 2 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 7 (2)
Volume: 7  Issue: 2 - 2015
REVIEW
1.Diffuse Gastric Adenocarcinoma-Linitis Plastica
Bülent Kaya, Mehmet Velidedeoğlu, Aziz Şener, Azamet Cezik
doi: 10.5222/iksst.2015.047  Pages 47 - 52
Linitis Plastika (LP), tüm gastrointestinal sistemde görülebilen, submukoza ve musküler tabakaya diffüz olarak yayılan adenokarsinom türüdür. En sık midede görülür. Kötü diferansiye tümör hücrelerinin midenin tamamını infiltre etmesi sonucu, reaktif fibrozise bağlı mide duvarı kalınlaşıp, sert bir hal alır. Hastalık, lenfatik yayılım yoluyla ve komşu organların içine doğru lokal olarak genişleyerek, ya da peritoneal karsinomatoza yol açarak erken dönemde hızla yayılır.Mide kanserinin klasik semptomlarının yanında genişleyemeyen mide nedeni ile erken doygunluk,şişkinlik ve özofagusa reflü gibi şikayetler görülür.LP tanısında üst gastrointestinal sistem endoskopisi, endoultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve tanısal laparoskopi değerlidir.Endoskopik işlemlerde derin biopsiler alınması önerilir.LP tedavisi literatürde tartışmalıdır.Cerrahi tedavinin uzun dönem yaşam süresini arttırmadığını iddia eden çalışmalar mevcuttur.Diğer taraftan cerrahi ile birlikte kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarının önerilmektedir.
Linitis Plastica (LP) is a type of adenocarcinoma which can be detected any where in gastrointestinal system and characterized by diffuse spread of tumor cells into the submucosa and muscular layer.It is detected most commonly in stomach.Undifferantiated tumor cells infiltrate all gastric wall with reactive fibrosis and gastric wall become thick and rigid.The disease spread very quickly with lymphatic way to the nearby organs or cause peritoneal carcinomatosis.Beside classical symptoms of gastric cancer, it is usually represented with early satiety,dyspepsia and reflux.Upper gastrointestinal system endoscopy, endoultrasonography,computed tomography and diagnostic laparoscopy are important tools in diagnosis of LP.Deeper biopsies are recommended in endoscopic interventions.The treatment of LP is discussed in literature.Some authors claimed that surgery is not improved long term survey in LP.On the other hand, surgery with chemotheraphy and radiotheraphy are suggested by many authors.

RESEARCH ARTICLE
2.Evaluation of 17 Hydroxyprogesterone Caproate Use to Prevent Preterm Births in Patients Treated with Cervical Cerclage
Meryem Eken, Ebru Çöğendez, Osman Temizkan, Gülçin Şahin Ersoy, Zafer Bütün, Semih Tuğrul
doi: 10.5222/iksst.2015.053  Pages 53 - 57
AMAÇ: Servikal serklaj uygulanan hastalarda 17-hidroksiprogesteron kaproat (17-P) kullanımının doğum zamanı üzerindeki aditif etkisinin incelenmesidir.


YÖNTEMLER: Bu çalışma retrospektif olarak 2008-2013 yılları arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde servikal serklaj uygulanan gebelerin incelenmesi ile planlanmıştır. Kontrol grubu sadece servikal serklaj uygulanan gebelerden, araştırma grubu ise servikal serklaj ile birlikte haftalık 17-P enjeksiyonları ile tedavi edilen gebelerden oluşturulmuştur. Primer çalışma sonucu 34. haftadan önce gelişen erken doğum ve 1500 gr altında yenidoğan doğum oranlarını değerlendirmek olarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Servikal serklaj tedavisine ilaveten 17-P kullanan grupta 34. gestasyonel hafta ve öncesi doğum oranı ve çok düşük doğum ağırlıklı (<1500gr) doğum oranı kullanmayan gruba göre daha düşük izlenmiştir (sırasıyla p=0.004, p=0.004).
SONUÇ: Servikal serklaj uygulanan gebelerde servikal serklajı takiben haftalık 17-P kullanımı gebelik süresini uzatma açısından etkili görünmekte olup bu konuda daha fazla hasta ile yapılmış prospektif randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The primary aim of this study was to evaluate the effect of 17 alpha hydroxy progesterone caproate (17-P) in the prevention of preterm labor in patients with cervical cerclage.
METHODS: A retrospective cohort study was designed to analyze the utilization of cervical cerclage in pregnant women treated at Zeynep Kamil Education and Research Hospital between 2008 and 2013. The patients were divided into two groups: patients receiving cerclage and 17-P combination therapy constituted the study group whereas the control group composed of patients who had been treated with cerclage only. The primary outcome measures were defined as the rate of premature birth before the 34. week of gestation and the rate of deliveries with a birth weight below 1500 gr.
RESULTS: The incidence of very low birth weight (<1500 gr) and ≤34 gestational ages infants was significantly lower in the patients receiving cerclage and 17-P than the patients treated only cerclage groups. (p=0,004 p=0,004).
CONCLUSION: The weekly administration of 17-P following cervical cerclage for the prevention of preterm delivery seems to be effective in prolonging pregnancy. We are of the opinion that further prospective randomized controlled trials are necessary to confirm these
findings.


REVIEW
3.Atletic Performance, Genetics and Gene Doping
Korkut Ulucan, Ece Sena Topal, Batu Kaan Aksulu, Bugra Yaman, İsmail Can Ciftci, Türker Bıyıklı
doi: 10.5222/iksst.2015.058  Pages 58 - 62
Genom bilimi ve gen regülasyonu teknolojilerindeki gelişmeler, bilim insanlarına genetik hastalıkların tedavisinde yeni yöntemlerin geliştirilmesini sağlamıştır. Günümüzde mutasyonlu genin bulunduğu dokuya, genin tam ve çalışan formunu aktarmak olası hale gelmiştir. Bu disipline “gen tedavisi” denmektedir. Bu yaklaşımın yanında, etki dışı uygulamalar ile sporcularda atletik performansı artırmak amacı ile performans artırıcı genlerin regülasyonları manipüle edilebilir. Bu alt- disipline ise “gen dopingi” adı verilmektedir. Bu uygulamanın en önemli özelliği, ilaç dopinginin aksine, tanısındaki zorluktur. Bu derlemede, kısaca, gen dopingine, gen dopingi metotlarına, aday genlere, olası tanı metotlarına, dezavantajlarına ve Dünya Anti-doping Merkezi’nin rolüne değinilecektir.
Advances in genomic era and improvements in gene regulation technology lead scientists to treat genetic human diseases. It is now possible to introduce the intact gene to the tissues in which the mutated form of the gene is present. This discipline is called as “gene therapy”. Despite this success, gene therapy may be manipulated to provide enhancement in athletic performance for sports persons, unethically, by regulating the performance-related genes. This sub-discipline is called as “gene doping”. The possible attraction of gene doping is lying in the difficulty of diagnose, unlike drug- based doping. This review briefly addresses the gene doping, methods, candidate genes, possible detection methods, disadvantages and the role of World Anti-doping Agency in gene doping.

RESEARCH ARTICLE
4.Analysis of the poisoning cases administered in intensive care unit
Aykut Urfalıoğlu, Necla Dilmen, Sait Fatih Öner, Onur Hanbeyoğlu, Zafer Gündoğdu
doi: 10.5222/iksst.2015.063  Pages 63 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, 2010-2014 yılları arasında yoğun bakıma akut zehirlenme nedeniyle kabul ettiğimiz hastaları incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesine 1 Ocak 2010-1 Ocak 2014 tarihleri arasında kabul edilen 10 yaş üzeri zehirlenme olguları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Toplam 480 hastanın, 334’ü (%69.6) kadın, 146’sı (%30.4) erkek(% 30.4) ve K: E oranı yaklaşık olarak 2.3/1 idi. Yaş ortalaması kadınlarda 26.2±12.01yıl, erkeklerde ise 28.3±11.8 yıl idi. Zehirlenme nedenlerinde, 411(%85.6) ilaç, 33(%6.9) karbon monoksit (CO), 14(%2.9) hayvansal zehirler, 9(%1.9) organofosfatlı tarım ilaçları, 6(%1.3) kimyasal korozif maddeler, 4(%0.8) mantar, 2(%0.4) alkol ve 1’i (%0.2) de diğer nedenler vardı. İlaçla oluşan zehirlenmelerde tekli ilaç alımının 334(%69.6), çoklu ilaç alımının ise 76(%15.8) olduğu görüldü. Tekli ilaç alımıyla oluşan zehirlenmelerde analjezik-antiinflamatuar ilaçlar, 125 (%37.4) en sık karşımıza çıkan gruptu. Olguların 407(%84.8)’si intihar amaçlı olup, bunlardan 293 olgu(%72) kadındı. Hastaların % 51’ inde (245) önceden konulmuş psikiyatrik bir tanı mevcuttu. Yoğun bakımda kalış süresi ortalama 1.55±1.03 gündü. Hastalardan 5’ine (%1) mekanik ventilatör desteği verildi, bunlardan 1 olgunun (%0.2) tedavi sürecinde öldüğü tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Zehirlenme vakalarının bilinmesinin, hasta profilinin ortaya konulması ve eksiklerin görülmesi dışında, acil yaklaşım ile tedavi planlarını belirlenerek morbidite ve mortalite oranlarını azaltma açısından önemli olduğu, bu nedenle de retrospektif çalışmaların daha sık yapılmasının yararlı olacağı düşüncesindeyiz.

INTRODUCTION: We aimed to evaluate the patients hospitalized in intensive care unit due to poisoning between 2010-2014.
METHODS: We reviewed retrospectively the records of all the patients above 10 years age treated in Elazığ Research and Training Hospital Intensive Care Unit for the diagnosis of poisoning between January 2010 and January 2014.
RESULTS: A total of 480 patients, 334 (%69.6) were women,146 (%30.4) were men (30.4%) and M: E is 2.3 / 1. Mean age was 26.2 ± 12.01 years for women, 28.3 ± 11.8 years for men. Reasons of poisoning are 411 (%85.6) drugs,33 (%6.9) carbon monoxide (CO),14 (%2.9) animal poisons, 9 (%1.9) organophosphate pesticides, 6 (%1.3) chemical corrosive substances, 4 (%0.8) mushrooms, 2 (%0.4) alcohol, and 1 (%0.2) had other reasons. Drug-induced toxicity in single drug intake was 334 (%69.6) and 76 (%15.8) in multiple drug intake. In single drug poisoning, the most frequently encountered group was analgesic-antiinflammatory drugs with 125 patients (%37.4). 407 (%84.8) of all cases were suicide attempts and of these 293 (%72) were female. Of the patients, 245 (%51) previously established a psychiatric diagnosis. Mean duration of intensive care unit stay was 1.55±1.03 days. We determined mechanical ventilator support was supplied for 5 (%1) of the patients and 1 patient (%0.2) died during treatment procedure.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The knowledge of poisoning cases not only defines the patient profile and the deficiencies during treatment but also determining the treatment plans with an emergency approach would reduce the morbidity and mortality rates. Therefore retrospective studies reported more frequently would be beneficial.


5.The Effect of Vaginal Bleeding on Parameters Used in the First Trimester Fetal Aneuploidy Screening Test
Mehmet Fatih Karslı, Kerem Doğa Seçkin, Bülent Çakmak, Cihan Toğrul, Orhan Altınboğa, Tuncay Küçüközkan
doi: 10.5222/iksst.2015.069  Pages 69 - 72
AMAÇ: Çalışmanın amacı ilk trimesterde mevcut olan aktif vajinal kanamanın ilk trimester fetal anöploidi tarama testi parametrelerine olan etkisinin incelenmesidir.
YÖNTEMLER: Çalışmamıza, 2009 ve 2013 tarihleri arasında 11 -14 hafta arası, perinatoloji kliniğinde düşük tehdidi tanısıyla yatan, kanaması olan ve bu aralıkta ikili tarama testi alınan gebeler çalışma grubu olarak dahil edildi. Kontrol grubu olarak tekil gebeliği olan ek hastalığı bulunmayan, ikili tarama testi yaptıran ve ilk trimesterde kanama öyküsü bulunmayan gebelerden oluşturulmuştur. Gruplar maternal yaş, maternal kilo, gestasyonel hafta, gebelik öyküsü, ikili test parametreleri olan Nukhal translüsensi (NT), Baş-popo-mesafesi (CRL), serbest beta human koryonik gonadotropin (serbest β-hCG) ve Gebelikle İlişkili Plazma Protein-A (PAPP-A) Multiples of Median (MoM) seviyeleri açısından karşılaştırıldı. P değeri <0.05 olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışma gebeliğinin ilk trimesterinde ikili tarama testi alındığı sırada aktif kanaması olan 139 gebe ve hiç kanaması olmayan 453 sağlıklı gebe olmak üzere toplam 592 gebeden oluşturuldu. Gruplar arasında maternal yaş, maternal ağırlık, gravida, parite, abort, yaşayan, gebelik haftası, NT, CRL ölçümleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Akut kanaması olan gebeler kontrol grubuyla karşılaştırıldığında PAPP-A ve serbest β-hCG MoM seviyeleri anlamlı olarak çalışma grubunda yüksek olarak saptandı (p<0.05). Trizomi 21 riski: 1/250 ve üstünde olan gebeler arasında da gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
SONUÇ: İlk trimester tarama testi yapılması planlanan gebelerde aktif kanamanın bulunması test biyokimyasal parametrelerini etkileyebileceğinden, taramanın kanamanın olmadığı bir zamanda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Yapılacak daha büyük çalışmalar ışığında, düşük tehdidi sırasında ikili tarama testinin yapılmaması görüşüne varılması uygun bir seçenek olacaktır.
OBJECTIVE: The aim of the present study was to investigate the effect of vaginal bleeding on first trimester fetal aneuploidy screening test biochemical parameters.
METHODS: The study population consisted of 11-14 week singleton pregnancies who were hospitalized for vaginal bleeding with the diagnosis of abortus imminens and that had first trimester aneuploidy screening test in a perinatology clinic between 2009 and 2013. A control group with similar gestational ages (11-14 wks) that comprised singleton pregnancies without any vaginal bleeding, any systematic disease that underwent first trimester screening test was also included in the analysis. The study and control groups were compared in terms of maternal age, maternal weight, gestational age, pregnancy history and first trimester screening test parameters (i.e. nuchal translucency (NT), crown-rump-length (CRL), free β-hCG, PAPP-A). P values less than 0.05 were considered statistically significant.
RESULTS: A total of 139 pregnant women with active vaginal bleeding when the first trimester screening test was performed was included in the study group, and 453 healthy pregnant women with similar gestational ages were included in the control group. There was no statistically significant difference between the groups in terms of maternal age, weight, gravidity, parity, abortion, live birth, gestational age, NT, and CRL measurements (p>0.05). When the groups were compared in terms of PAPP-A and free β-hCG MoM levels, a significant difference was found between the two groups (p<0.05). In terms of trisomy risk (≥1/250), there was no significant difference between the groups (p>0.05).
CONCLUSION: Active vaginal bleeding may interfere with the biochemical parameters of the first trimester aneuploidy screening test, and should be considered when evaluating the test results. In the light of the large further studies, that will be a suitable choice not to do the screening test at the time of abortus imminens.

6.The Effect of Obesity on Maternal and Fetal Outcomes in Term Pregnant Women: A Case-Control Study
Deniz Taşdemir, Erbil Karaman, Ahmet Yıldız, Agahan Han, Yasemin Karaman, Hasan Talay
doi: 10.5222/iksst.2015.073  Pages 73 - 78
AMAÇ: Bu çalışmada vücut kitle indeksinin term gebelerde metarnal ve fetal sonuçlara etkisini belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Çalışmaya prospektif vaka kontrol çalışması olarak, hastanemiz kadın hastalıkları ve doğum ünitesine başvurmuş ve doğumu hastanemizde gerçekleşmiş olan 37 hafta ve üzeri gebeler dahil edildi. Çalışmada vaka grubunda vücut kitle indeksi(VKİ) 30 ve üzeri olan 142 gebe ile kontrol grubu olarak aynı gebelik haftalarındaki vücut kitle indeksi 30’un altı olan 158 sağlıklı gebe dahil edildi. Gruplar, gestasyonel diabet ve hipertansiyon sıklığı, sigara-alkol bağımlılığı, mekonyumlu amniyon, erken membran rüptürü, doğum şekli, sezeryan endikasyonları, post partum hemogram/hematokritte azalma, post partum enfeksiyon, bebek doğum ağırlığı, omuz distosisi, fetal APGAR skoru, ayrıca maternal fetal neonatal istenmeyen sonuçlar açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Normal vücut kitle indeksi olan kadınlarla karşılaştırıldığı zaman, obez gebeler gestasyonel diabet(p=0.044), hipertansiyon(p=0.0001), sezeryan sıklığı(p=0.001), sefalopelvik uygunsuzluk veya ilerlemeyen eylem nedeniyle sezeryan(p=0.001), hastanede kalış süresi(p=0.01), iri bebek(p=0.01), bebeklerin servis izlemine alınması(p=0.025) ve maternal-fetal-neonatal istenmeyen sonuçlarda(p=0.001) istatiksel olarak anlamlı bir artışa sahipti. Her 2 grup arasında sigara/alkol bağımlılığı, erken membran rüptürü ve mekonyumlu amniyon, post partum hemoraji, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma sıklığı, yenidoğan APGAR skoru arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
SONUÇ: Çalışmamızdan elde ettiğimiz verilere göre maternal obezite gebelik komplikasyonlarının ve fetal-neonatal morbiditenin artmasında önemli bir faktör gibi gözükmektedir.
OBJECTIVE: We aimed to determine the effect of body mass index on maternal and fetal outcomes in term pregnants.
METHODS: The study included >37 week pregnants who admitted to our hospital obstetric unit and delivered babies as a prospective case control study.142 patients with body mass-index over 30 in study group and 158 healthy pregnants with body mass-index under 30 in control group were included in the study population. Data from both groups were compared with respect to gestational diabetes and hypertension, cigarette-alcohol addiction, amnion fluid stained with meconium, premature rupture of membranes, mode of delivery, endications for ceaserean, decrease in postpartum hemoglobin/hematocrite, postpartum infection, birthweight, shoulder dystocia, fetal APGAR scores and unintended fetal and neonatal outcomes.
RESULTS: When compared to women of normal body mass index, obese pregnant women had statistically significant increase with respect to gestational diabet(p=0.044), hypertension(p=0.0001), ceaserean rate(p=0.001), ceaserean due to cephalopelvic dissociation or obstructed labour(p=0.001), hospitalization(p=0.01), macrosomia(p=0.01), requirement for hospitalization(p=0.025) and unintended maternal-fetal outcomes(p=0.001). There was not statistically significant difference between two groups for cigarette/alcohol addiction, premeture membrane rupture, anmion fluid stained with meconium, postpartum bleeding, baby with low birth weight and newborn APGAR scores.
CONCLUSION: According to data revealed from our study, maternal obesity seems to be an important factor that increasing pregnancy complications and fetal-neonatal morbidity.

CASE REPORT
7.The Atypical Trajectory of a Bullet in Gunshot Injury of Thorax
Serkan Doğan, Canan Akman, Ekım Saglam Gurmen, Zeynep Saral Ozturk, Tarik Ocak
doi: 10.5222/iksst.2015.079  Pages 79 - 81
Ateşli silahlarla oluşan yaralanmanın ciddiyeti ve derecesi, merminin balistik özelliklerine bağlıdır. Silahın cinsi, atış mesafesi ve bunun sonucunda oluşan kinetik enerjinin gücü yaralanmanın ciddiyetini ortaya koyar. Biz de bu olgu sunumunda izlediği seyir göz önüne alındığında toraksa yönelmiş olan merminin kaburgaya çarpıp sıra dışı bir yol izleyerek batına doğru yönelmesi ile sebep olduğu yaralanmalar ve vücuttaki beklenilmeyen lokalizasyondaki sonlanışını tartışmak istedik.
The severity of gunshot injuries about ballistic properties of bullets. The severity of injury detected by kinetic energy related with type of gun, distance of shot. In this case report we discussed an extraordinary way of a bullet that shot towards thorax than hit a rib and head towards abdomen, stopped an unexpected localization, and injuries occured by it.

8.Evaluation of a Case of Synchronous Appendiceal and Colonic Tumors
Suat Can Ulukent, Nuri Alper Şahbaz, Yiğit Mehmet Özgün, Özgür Akbayır
doi: 10.5222/iksst.2015.082  Pages 82 - 83
Kolorektal tümörlerle birlikte görülen senkron ve metakron apendiks tümörleri sıklığı kesin olarak bilinmemekle beraber literatürde bildirilmiştir. Altmış beş yaşında kadın hasta, kliniğimize 2 aydır devam eden kilo kaybı, halsizlik, sol yan ağrısı ve gaz-gaita çıkaramama şikâyetleriyle başvurdu. Yapılan kolonoskopik incelemede proksimal kolona geçişin olmadığı ve ileusa sebep olan splenik fleksura tümörü saptandı. Total kolektomi yapılan hastanın patoloji sonucunda splenik fleksurada seroza invazyonu gösteren orta derecede diferansiye adenokarsinom ve apendikste de senkron olarak iyi diferansiye nöroendokrin tümor olduğu tespit edildi. Burada sizlere insidental olarak tespit ettiğimiz kolon adenokarsinomu ve senkron apendiks nöroendokrin tümörü olgumuzu sunmayı amaçladık.
Synchronous primary appendicular neoplasms in colorectal cancer are reported in the literature but their true incidence is unknown. We have a 65 years old female with the complaints of weight loss, fatigue, left flank pain and difficulty in passing flatus and defecation. Colonoscopy examination showed a splenic flexure tumor and proximal colon could not be examined because of luminal obstruction. She underwent total colectomy. Pathological examination of the resection material revealed adenocarcinoma of the colon and a synchronous well-differentiated neuroendocrine tumor of the appendix. We hereby report a case of incidentally detected synchronous appendicular neuroendocrine tumor and a colonic adenocarcinoma.

9.Pigmented Villonodular Synovitis Originating From The Baker’s Cyst: A Case Report
Bahar Dernek, Pınar Kürsüz Köseoğlu, Tuğba Aydın, Memduh Dursun, Fatma Nur Kesiktaş
doi: 10.5222/iksst.2015.084  Pages 84 - 86
Pigmente villonodüler sinovit (PVNS) nadiren rastlanılan ve eklem, tendon kılıfı ve diğer sinoviyal yapılardan köken alan bir hastalıktır. PVNS genellikle erişkinlerde görülebilmekle beraber nadiren de olsa PVNS’ye çocuklarda da rastlanılabilmektedir. PVNS semptomları hastalığa spesifik özellik taşımamaktadır ve tedavisinde cerrahi teknikler gerekmektedir. Nadiren PVNS’ye atipik bölgelerde de rastlanılmaktadır. Olgu sunumumuzda nonspesifik belirti ve bulgularla ortaya çıkan atipik yerleşimli bir PVNS olgusu anlatılmıştır.
Pigmented villo-nodular synovitis (PVNS) is a rare disease of joints, tendon-sheaths and other synovial structures. PVNS mostly occurs in adults but sometimes it is observed in children. Symptoms of PVNS are not spesific to the disease and treatment usually requires surgical techniques. PVNS is rarely seen in atypical locations. In our case, an anusual location of PVNS with nonspesific signs and symptoms has been disclosed.

10.Vaginal Prolapse of a Myoma After Cesarean Section
Barış Büke, Çağrı Güven, Deniz Şimşek, Sibel Demir
doi: 10.5222/iksst.2015.087  Pages 87 - 89
Sezaryen Sonrası Vajene Doğan Myom: Olgu Sunumu
Anahtar sözcükler: gebelik, myom, vajene doğan myom, vajinal myomektomi
Uterin fibroidler (UF) premenopozal dönemdeki bayanlarda en yaygın görülen jinekolojik tümörlerdir. Günümüzde bayanların çocuk sahibi olma isteklerini 30 yaş sonrasına ertelemeleri nedeniyle gebelikte myom saptanma sıklığı geçmişe oranla artış göstermektedir. Gebelikte myom saptanan bayanların büyük kısmı herhangi bir sorun yaşamadan gebeliklerini sonlandırmaktadır ancak; literatürde myomlar; spontan düşük, erken eylem, ablasyo plasenta, erken membran rüptürü, fetal malprezantasyon, distosi, sezaryen ile doğum, postpartum kanama ve histerektomi ile ilişkili bulunmuştur. Bu olgu sunumunda gebeliğinde fundal bölgede, servikal bölgede, uterus posteriorunda birden fazla myom olan hastanın gebelik takibinde myom dejenerasyonuna bağlı ağrı dışında komplikasyonu olmamıştır. Servikal bölgedeki yaklaşık 8 cm’lik myom nedeniyle hasta sezaryen ile doğumu gerçekleştirilmiştir. Sezaryende hastanın myomlarına müdahale edilmemiştir. Post-operatif 2. günde taburcu edilen hasta, post-operatif 15. Günde vajinal kanama nedeniyle kliniğimize başvurmuştur. Hastanın vajinal muayenesinde serviksi dilate eden vajene doğmuş yaklaşık 5-6 cm’lik, plasental kalıntıyı andıran, dejenere myom saptanmıştır. Genel anestezi altında myom vajinal yolla ekstirpe edilmiştir. İşlem sonrası kanaması olmayan hasta port-operatif 1. Günde taburcu edilmiştir.
Vaginal prolapse of a myoma after cesarean section: Case report
Key words: pregnancy, myoma, vaginal prolapse, vaginal myomectomy
Uterine fibroids (UF) are the most common gynecological tumors in women before menapausal period.For the last decade women tend to delay childbearing after the age of 30 and that causes more pregnancies with uterine fibroids. Although most of the pregnancies reach term without adverse events, it’s clearly known that uterine fibroids are associated with a high risk of spontaneous miscarriage, preterm labor, placental abruption, premature rupture of membranes,fetal malpresentation, labor dystocia, cesarean delivery, postpartum hemorrhage and hysterectomy. In this case report; we present a woman who had an 8 cm intramural myoma located at the posterior wall of the uterus during pregnancy. At the post-operative 15th day she presented with vaginal bleeding. On gynecological examination, an approximately 6 cm heterogen mass mimicking placental rest material prolapsed to vagina is determined. This mass extirpated from uterine cervix and sent for pathological examination which is reported as degenerated uterine fibroid material. The patient is discharged from hospital in the following day.

11.Two Rare Causes of the Polyhydramnios: Congenital diarrhea and Bartter Syndrome
Olcay Işık, Ayla Günlemez, Nihal Akçay, Esma Yıldızlı, Kenan Bek, Ayşen Aydoğan, Ayşe Engin Arısoy
doi: 10.5222/iksst.2015.090  Pages 90 - 93
Polihidramniyoz yüksek riskli gebelik belirtisidir. Polihidramniyozla birlikte perinatal morbidite ve mortalite artmaktadır. Etiyolojide annede diyabet, ikizden ikize kanama, plasental koryoanjioma, fetal anomali gibi sık görülen nedenler yanı sıra özellikle erken başlangıçlı ciddi polihidramniyoz vakalarında; fetal renal tubulopati ve konjenital diyare gibi amniyotik sıvıyı arttıran daha nadir ciddi hastalıklar da yer almaktadır.
Bu makalede, annelerinde nedeni belirlenemeyen polihidramniyoz öyküsü olan ve fetal poliüri ve ishalle teşhis edilen; yenidoğan döneminde “Neonatal Bartter Sendromu” ve “Konjenital İshal” tanısı alan iki olgumuz polihidramniyozun nadir nedenleri olarak sunulmuştur.
Polyhydramnios is a sign of high-risked pregnancy. Perinatal morbidity and mortality are increased with polyhydramnios. In etiology, along with most common reasons, like maternal diabet, twin-to-twin hemorrhage, plasental chorioangioma and fetal anomalies; particularly in early-onset severe polyhydramnios cases, such as fetal renal tubulopathy and congenital diarrhea, which increase the amount of amniotic fluid, also more rare and critical, are included.
In this article, we have 2 cases of “Neonatal Bartter Syndrome” and “Congenital Diarrhea” in the neonatal period; In which mothers both have a history of idiopatic polyhydramnios, and newborns diagnosed as fetal polyuria and diarrhea, presented as rare causes of polyhydramnios.

12.Osteochondroma of the Distal Phalanx of the Great Toe
Güzelali Özdemir, Barış Yılmaz, Etem Aytaç Yazar
doi: 10.5222/iksst.2015.094  Pages 94 - 96
Osteokondromalar kemiğin en sık görülen benign tümörleridir. En sık uzun kemiklerin metafizer bölgelerinde, femur, proksimal humerus ve proksimal tibiada ve tendon yapışma yerlerinde yer alır. Bununla birlikte ayak ve elde oldukça nadir olarak görülürler. Genellikle belirti vermeyen ve radyografiler ile rastlantısal olarak tespit edilen bu tümörün seyrek görülenayak başparmak distal falanks lokalizasyonunda kolaylıkla atlanabileceğini bir olgu üzerinden paylaşmak istedik.
Osteokondromas are the most common benign bone tumors. The most common metaphyseal regions of long bones, femur, proximal humerus and proximal tibia and tendon attachment sites are located in. However, foot and hand are considered quite rare. Usually asymptomatic and detected incidentally on radiographs of the distal phalanx of the great toe of this rare tumor localization of a subject wanted to share could easily be missed.