E-ISSN: 2822-6771
Volume : 9 Issue : 3 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 9 (3)
Volume: 9  Issue: 3 - 2017
REVIEW
1.Ototoxic Drugs and Their Effect to Inner Ear
Murat Kocyigit
doi: 10.5222/iksst.2017.091  Pages 91 - 95
Ototoksisite, bir ilaç veya kimyasal maddenin iç kulağa yapısal veya işlevsel olarak zarar verme potansiyeline denir. Ototoksik özellik gösteren pek çok ilaç ve kimyasal mevcuttur. İç kulağa zarar, işitme veya denge fonksiyonlarına olabilmektedir. Bu derlemede işitme kaybı veya koklear hasar yapma özelliği bulunan ve sıkça kullanılan bazı ilaçlar ve kimyasal maddelerden bahsedilecektir.
Ototoxicity is the potential harm of a drug or chemical to structure or function of the inner ear. There are many drugs or chemicals that show ototoxic features. There may be harm to the functions of hearing and balance. In this composition, some common used drugs and chemicals that can cause cochlear harm and loss of hearing is to be mentioned.

RESEARCH ARTICLE
2.Evaluation of Ki-67 Expression in Cases of Hydatidiform Mole and Hydropic Abortion
Rabia Altunbaş, Hacer Uyanıkoglu, Muhammet Emin Güldür, Adnan Incebıyık
doi: 10.5222/iksst.2017.096  Pages 96 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Mol hidatiform (MH) ve hidropik abortus (HA) vakalarında Ki-67 ekspresyonunu değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya Ocak 2014 – Ocak 2016 tarihleri arasında Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalına MH tanısı ile gelmiş 40 olgu ile HA tanısı almış 40 olgu, toplam 80 olgu dahil edilmiştir. İmmuno-histokimyasal çalışma için parafin bloklardan Poly-L-lysine ile kaplanmış lamlara 5 mikron kalınlıkta kesitler alındı. Bu kesitler Ki-67 immuno-histokimyasal belirteci ile boyandı ve Ki-67 ekspresyonu yüzdelik dilim üzerinden hesaplandı.
BULGULAR: Yaş ortalaması MH tanısı alan olgularda 29.8 ± 9.4, HA tanısı almış olgularda 27.9 ± 6.4 idi. MH tanısı alan olgularda Ki-67 ekspresyonu ortalama % 45, HA olgularında ise % 10 olarak saptandı (p < 0.001). Ki-67 ekspresyonunun MH ve HA vakalarının ayırt edilmesinde Roc analizi kullanıldı. Bu analiz ölçümüne göre cut-off değeri % 18.5, sensitivite değeri % 85 ve spesifite değeri % 87.5 olarak hesaplandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ki-67 ekspresyonu MH grubunda HA grubuna göre daha yüksek düzeyde saptanmıştır. Buna göre Ki-67 proliferasyonunun % 18.5 ve üzerinde olmasının MH lehine olabileceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: We aimed to evaluate Ki-67 expression in cases of hydatidiform mole (HM) and hydropic abortion (HA).
METHODS: In this study, we used 80 cases which 40 of them had been diagnosed HM and 40 cases had been diagnosed HA, between January 2014 and 2016 at Department of Medical Pathology, Harran University. The sections with 5 micron thickness were taken from parafin blocks which where coated with poly-L-lysine slides, for immuno-histochemical analyses. These sections were stained with Ki-67 immuno-histochemical marker and Ki-67 expression were calculated using percentile.
RESULTS: The mean age of patients with HM and HA were 29.8 ± 9.4 and 27.9 ± 6.4, respectively. There was a significant difference in Ki-67 immunoreactivity of cytotrophoblastic cells between HA and HM (p < 0.001). Roc analysis was used to distinguish Ki-67 expression in both groups. According to this analysis, the measurement of the cut-off value was calculated 18.5%, sensitivity and specificity values were found 85% and 87.5%, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We detected higher rate of Ki-67 ekspression in the HM group than HA. According to this result, if Ki-67 proliferation rate is ≥ 18.5%, the HM might be evaluate favorably.

3.Evaluation Of P16, P27, Cycline D1, Bcl-2 Expressions In Uterine Cervical Intraepithelial Neoplasia and Skuamous Cell Carcinoma
Bülent Aral, Selver Özekinci, Özben Yalçın
doi: 10.5222/iksst.2017.101  Pages 101 - 106
GİRİŞ ve AMAÇ: Human Papilloma Virus serviks kanserlerinden sorumlu tutulan en önemli etkendir. Lezyon varlığında bile, araştırmacılar arasında servikal intraepitelyal neoplazi tanısında fikir ayrılıklarının olması ve diğer lezyonlarla ayırıcı tanıda yaşanan güçlüklerden dolayı spesifik belirteçlere ihtiyaç vardır.
Çalışma p16, p27, siklin D1 ve Bcl-2’nin serviksin neoplastik ve non-neoplastik lezyonlarının ayrıcı tanısına katkısı olup olmadığını, araştırmak amacıyla yapıldı.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 20 LSIL (Düşük dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon), 16 HSIL (Yüksek dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon), 20 SHK(Yassı hücreli karsinom) tanılı olguya ve kontrol grubu olarak belirlediğimiz 20 non-neoplazik servikse immunohistokimyasal yöntem ile p16, p27, siklin D1 ve Bcl-2, uygulandı.
BULGULAR: p16 ile normal serviksde %80 zayıf (+), SHK olgularında ise %75 güçlü (+) boyanma izlendi. P27 ile normal servikslerin %45’inde orta derecede (+), SHK’ların %5’inde orta dercede (+) boyanma %60’ında (-) izlendi. Siklin D1 ile tanı grubları arasındaki boyanma paterni ve yoğunluğu arasında belirgin farlılık izlenmedi. Bcl-2 ile normal serviksde %5 orta derecede (+), SHK‘da %15 orta derecede boyanma izlenmiş olup, grubların hiçbirinde güçlü boyanma görülmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: P16 LSIL ve non-neoplastik lezyonların ayırıcı tanısında güvenilir bir belirteçtir. P27’prognostik bir faktör olarak ayırıcı tanıda kullanılabilir. Siklin D1 ve Bcl-2’nin ayırıcı tanı ve prognozdaki rolünü belirleyebilmek için daha geniş serilerde detaylı çalışılmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: The most important agent in cervical carcinogenesis is especially high-risk types of Human PapillomaVirus.
Even in the presence of lesions, specific markers are needed due to disagreements among researchers regarding cervical intraepithelial neoplasia and difficulties with differential diagnosis with other lesions. This study’s aim that contributation of p16,p27,siklin D1 and Bcl-2 were determineted whether differantial diagnosis between neoplastic and non-neoplastic lesions of servix.

METHODS: We applied the p16, p27, cyclin D1 and Bcl-2 immunohistochemical markers on 20 cases diagnosed as LSIL, 16 cases diagnosed as HSIL, and 20 cases diagnosed as SCC.
RESULTS: P16 showed weak (+) staining in 80% of normal cervix and 75% strong (+) staining in SHK cases. With P27, moderate (+) staining was observed in 45% of normal cervix, and medium (+) staining in 5% of SHC was observed in 60% (-). There was no significant difference in the pattern and intensity of the staining between Cyclin D1 and the diagnostic groups. Bcl-2 showed moderate (5%) and normal (15%) staining in the normal cervix, whereas none of the groups showed strong staining.
DISCUSSION AND CONCLUSION: P16 is reliable marker in the differential diagnosis between LSIL and non-neoplastic cervical lesion. P27 can be used as a prognostic marker in differantial diagnosis. To determine role of cyclin D1 and Bcl-2, in differantial diagnosis and prognosis, studies larger series are needed.

4.Results And Experience Of Superficial Parotidectomy In Our Clinic: Three Year Analysis
Murat Koçyiğit, Safiye Giran Örtekin
doi: 10.5222/iksst.2017.107  Pages 107 - 113
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, parotis benign tümörü nedeniyle yüzeyel parotidektomi yaptığımız 12 hastanın retrospektif olarak incelenmesi; pre-operatif değerlendirme, yapılan cerrahi işlemler, post-operatif patolojik sonuçlar, takip edilme süreleri ve komplikasyonların değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2013 ile Ekim 2016 tarihleri arasında yüzeyel parotidektomi uygulanmış 12 hastaya ait veriler, hastane arşivinde yer alan hasta dosyalarından ve elektronik kayıtlardan sağlanarak retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, tümörün tarafı, tümörün boyutu, sigara kullanımı, pre-operatif ince iğne aspirasyon biopsisi (İİAB) sonucu, insizyon şekli, fasiyal sinir monitorizasyon durumu, dren kalma süresi, post-operatif komplikasyonlar, post-operatif patoloji sonucu, takip süresi, ameliyat tekniği kaydedildi.
BULGULAR: Yüzeyel parotidektomi (YP) yapılan 12 hastanın 7’si kadın (%58.3), 5’i erkek (%41.7) idi. Olguların ortalama yaşı 42.2 (19-65) idi. Hastaların yapılan İnce İğne Aspirasyon Biopsisi (İİAB)’sinde 8’i (%66.6) pleomorfik adenoma veya mikst epitelyal hücre, 2’si (%16.7) whartin tümörü ön tanısı alırken 2’sinde (%16.7) ise nondiagnostik olarak değerlendirildi. Post-operatif dönemde 4 hastada (%33.4) herhangi bir komplikasyon olmazken, 6 hastada (%50) geçici fasiyal parezi (GFP), 1 hastada (%8.3) tükürük fistülü (TF), 1 hastada (%8.3) hem GFP hem de TF gelişti. YP yapılan 12 hastanın post-operatif patoloji sonucu 9’unda (%75) plemorfik adenoma, 2’sinde (%16.7) whartin tümörü, 1’inde (%0.8) asinik hücreli karsinom olarak geldi. Hastalar ortalama 18.75 (4-32) ay takip edildi ve takiplerde nüks saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Parotis bezi tümörlerinde pre-operatif yapılan İİAB, selim-habis ayırımında etkili yöntem olmakla beraber yanılma payının da olabileceği görülmektedir. Benign parotis tümörlerinde yüzeyel parotidektomi yeterli bir cerrahi yöntemdir. İntraoperatif fasial sinir monitorizasyonu kullanmanın cerraha ameliyat sırasında güven hissi verdiği ve medikolegal yönden gerekli olduğu kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: The aim of our study was toreview 12patients retrospectively,who underwent superficial parotidectomy for parotid benign tumor;Pre-operative evaluation,surgical procedures performed,post-operative pathologic results,follow-up period and evaluation ofcomplications.
METHODS: 12 patients who underwent superficial parotidectomy between November 2013 and October 2016 were reviewed retrospectively,data obtained from patient files and electronic records in the hospital's archives.The age,gender,tumor side,size of the tumor,smoking,preoperative fine needle aspiration biopsy(FNAB)result,incisional shape,facial nerve monitoring(FSM)status,duration of drainage,postoperative complications,and theoperation technique was recorded.
RESULTS: Of the 12 patients who underwent superficial parotidectomy (SP),7 (58.3%) were female and 5 were male (41.7%).The mean age of the cases was 42.2(19-65) years. Eight of the patients (66.6%) were pleomorphic adenoma or mixed epithelial cell,2(16.7%)were wharthin tumor and 2(16.7%)patients were nondiagnostic in FNAB of the patients.There were no complications in 4patients(33.4%)in post-operative period,transient facial palsy in 6 patients (50%),both salivary fistula and transient facial palsy developed in 1 patient (8.3%). Pleomorphic adenoma was reported in 9 patients (75%),wharthin tumor in 2 patients (16.7%),and acinic cell carcinoma in 1 patient (0.8%) in the postoperative pathologic outcome of 12 patients who underwent superficial parotidectomy. Patients were followed up for a mean of 18.75(4-32)months and no recurrence was observed infollow-up.


DISCUSSION AND CONCLUSION: Preoperative FNAB in parotid gland tumors seems to be an effective method indistinguishing between malign and benign tumors and it can be seen that there may be a margin of error. Superficial parotidectomy is an adequate surgical procedure for benign parotid tumors.We believe that using intraoperative FSM gives the surgeon a feeling ofconfidence during surgery and is necessary inthe medicolegal conditions.

5.Retrospective Analysis of Patients Diagnosed with Otitis Clinically in Our Clinic
Murat Koçyiğit, Safiye Giran Örtekin
doi: 10.5222/iksst.2017.114  Pages 114 - 120
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, “Otit” tanısı almış hastaların retrospektif olarak incelenmesi; sınıflandırma, demografik özelliklerin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza Kulak Burun Boğaz Kliniği’mizde Ocak 2007 ile Kasım 2016 tarihleri arasında “Otit” tanısı almış hastalara ait veriler, hastane arşivinde yer alan hasta dosyalarından ve elektronik kayıtlardan sağlanarak retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, otit tipi (akut süpüratif/non-süpüratif otitis media, akut/kronik seröz otitis media, kronik süpüratif/non-süpüratif otitis media, eksternal otit) kaydedildi.
BULGULAR: Otit tanısı alan 24206 hastanın 13064’ü kadın (%54), 11142’si erkek (%46) yaş ortalaması 24.2 (0-92) idi. Bu hastaların 11526’sında (%47.6) akut otitis media (AOM) vardı. AOM tanısı alan hastaların 7264’ünde (%63) non-süpüratif AOM, 4262’sinde (%37) süpüratif AOM saptandı. Otit tanısı alan hastaların 3023’ünde (%12.5) kronik otitis media (KOM) vardı. KOM tanısı alan hastaların 2795’inde (% 92.5) süpüratif KOM, 228’inde (%7.5) non-süpüratif KOM saptandı. Otit tanısı alan hastaların 4061’inde (%16.8) seröz otitis media (SOM) vardı. SOM tanısı alan hastaların 1355’inde (%33.4) akut SOM, 2706’sında (%66.6) kronik SOM saptandı. Otit tanısı alan hastaların 5596’sında (%23.1) eksternal otit vardı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, otitler çocuk yaş grubunda daha sık olmakla beraber her yaşta görülebilmektedir. Otitlerin tanı eksikliği ve yetersiz tedavisi önemli morbidite ve mortaliteye neden olabilir.
INTRODUCTION: The aim of our study is to examine the patients retrospectively who have had "Otitis" diagnosis; and to make the classification of this disease and the evaluation of demographics of the patients.
METHODS: This study was carried out at the Ear Nose Throat Clinic between January 2007 and November 2016. The patients who were diagnosed with "Otitis" included the study, and the patients’ files were reviewed retrospectively from the hospital's archive and electronic records. Patients' age, gender, otitis type (Acute suppurative / nonsuppurative otitis media, acute / chronic serous otitis media, chronic suppurative/nonsuppurative otitis media, external otitis) were recorded.
RESULTS: Of the 24206 patients who were diagnosed with Otitis, 13064 were female (54%), 11142 were male (46%), with a mean age of 24.2 (0-92). There were acute otitis media (AOM) in 11526 (47.6%) of these patients. Non-suppurative AOM was found in 7264 patients (63%) and suppurative AOM was detected in 4262 patients (37%). There were chronic otitis media (COM) in 3023 (12.5%) of patients with otitis. 2795 (92.5%) of these patients were diagnosed as suppurative COM, and 228 (7.5%) were found as non-suppurative COM. Serous otitis media (SOM) was present in 4061 (16.8%) of patients with otitis. Acute SOM in 1355 patients (33.4%), chronic SOM in 2706 patients (66.6%), was detected. There were external otitis in 5596 (23.1%) of patients with otitis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion,otitis is more frequent in childhood group,but also it can be seen in all age groups.Insufficient diagnosis and inadequate treatment of otitis is associated with significant morbidity and mortality.

6.Neurodevelopmental and Somatic Growth Outcomes of Premature IUGR Newborns with Absent or Reversed End-diastolic Flow on Umblical Artery Doppler
Öznur Serdaroğlu, Esin Yıldız Aldemir, Sultan Kavuncuoğlu, İbrahim Mert Erbaş, Ali Gedikbaşı
doi: 10.5222/iksst.2017.121  Pages 121 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amacımız; umbilikal arter doppler ultrasonografide end-diastolik akım kaybı (AREDF) ve ters akım (REDF) saptanan intrauterin büyüme geriliği (İUBG) olan prematüre bebeklerin mortalite, sağkalım ve nörogelişimsel prognozunu araştırmaktı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Perinatoloji ünitesinde izlenen ve anormal umbilikal akımı olan İUBG prematürelerle, benzer yaş grubu ve özelliklere sahip normal umblikal akımı olan İUBG prematüreler demografik özellikleri, neonatal dönem sorunları, somatik ve nörogelişimsel prognoz özellikleri irdelendi. İntrauterin büyüme değerlendirmesinde Lubchenco eğrileri, somatik büyüme değerlendirmesinde Neyzi ve ark. persentil eğrileri kullanıldı. Nörogelişimsel değerlendirmede; Bayley III ölçeği kullanıldı. Olguların bilişsel, dil, motor alanda özellikleri sorgulandı.
BULGULAR: Hastanemizde 2002-2006 yılları arasında perinatoloji kliniğinde 163 fetüse doppler ultrasonografi (USG) ile anormal umbilikal arter akımı tanısı kondu. Olguların 117’si AREDF, 46’sı REDF olarak değerlendirildi. Perinatal ve neonatal dönemde 64 olgu (%39) kaybedildi. Yaşayan olgulardan 14-42 ay aralığındaki 38 olgu çalışma, 30 prematüre kontrol grubunu oluşturdu. Çalışma grubundaki olguların gebelik haftası ve doğum ağırlığı (DA), Apgar skoru düşüktü (p<0.05). Cinsiyet, hastanede yatış süresi, mekanik ventilatör desteği, sepsis, intrakraniyal kanama, hipoglisemi, respiratuvar distres sendromu, nekrotizan enterokolit sıklığı gruplar arasında benzer sıkılıktaydı, fark yoktu. Boyca büyümede çalışma grubu %2.6’sı 3 persentil altında kalırken kontrol grup büyümeyi yakalamıştı (p: 1.000). Hedef ağırlıkta gerilik sırasıyla %2.6 ve %13.3 olarak bulundu (p: 0.162). Bayley III bilişsel, dil, motor alanda yapılan değerlendirmede her iki grupta ortalama skorlar benzer olup gruplar arasında fark ve gelişimsel gerilik saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anormal umbilikal akıma sahip prematüreler önceki çalışmalarda olduğu gibi yüksek perinatal mortaliteye sahipti. Yaşayanlarda büyüme geriliği sorun olarak saptanırken, nörogelişimsel açıdan gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı.
INTRODUCTION: Aim of this study was to describe the mortality, survival and neurodevelopmental outcome of premature intrauterin growth restricted newborns with absent or reversed end-diastolic flow on umblical artery doppler.
METHODS: Demographic features, problems of neonatal period, somatic and neurodevelopmental prognosis were compared between premature IUGR newborns with abnormal umblical artery flow and normal umblical artery flow, who followed-up in our perinatology unit. Lubchenco curves and percentil curves of Neyzi O. were used for assessment of somatic development and Bayley Scales III for neurodevelopmental outcomes.
RESULTS: 163 fetuses with abnormal umblical artery flow were diagnosed by umblical artery doppler in our perinatology department, between 2002-2006. 117 cases had AREDF and 46 had REDF. 38 patients were described as study group and 30 were control group, who survived until age of 14-42 months. Gestation weeks, birth weights and apgar scores of cases in study group were low (p<0.05). Gender, hospitalization period, mechanical ventilation support, sepsis, intracranial hemorrhage, hypoglicemia, respiratory distress syndrome, necrotizing enterocolitis, frequencies were similar between two groups. Although 2.6% of study gruop were below 3 percentil of lenght, control group catched-up standarts. Retardation in weight were found 2.6% and %13.3 (p: 0.162). Mean scores of Bayley Scales III for cognitive, language, motor skills were similar between two groups and also growth restriction were not found out in both groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Premature infants with abnormal umblical artery flow had high perinatal mortality rates as in previous studies. Growth retardation was a problem in survivors but there were no significant difference in neurodevelopmental outcomes.

CASE REPORT
7.When Should We Suspect From Stroke In Children And What Should We Do?
Selcen Yaroğlu Kazancı, Emine Ergül Sarı, Sami Hatipoğlu, Lida Bülbül
doi: 10.5222/iksst.2017.129  Pages 129 - 134
Çocukluk çağında inme nadir olup etiyolojisinde sistemik vasküler hastalıklar, koagülasyon bozuklukları, metabolik hastalıklar, hematolojik hastalıklar, konjenital yada edinsel kalp hastalıkları, travma ve demiyelinizan hastalıklar düşünülmeli ve ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Burada hemipleji ile başvuran iki olgu ve konuşamama şikayetiyle başvuran bir olgu sunulmuştur. Hemipleji ile başvuran ilk hastada MTHFR A1298C gen mutasyonu saptanmış olup ikinci olguda inme nedeni serebral vaskülit olarak değerlendirilmiştir. Konuşamama nedeniyle başvuran hastada ise tespit edilen pons enfarktı antitrombin 3 eksikliğine bağlanmıştır. İnme kliniği ile başvuran hastalarda hızlı değerlendirmenin gerekliliğini hatırlatmak ve farklı etyolojik nedenlerin olabildiğine dikkat çekmek amacıyla hastaları sunmayı uygun bulduk.
Childhood stroke is rarely seen and in the etiology systemic vascular diseases, coagulation disorders, metabolic diseases, hematological diseases, congenital or acquired heart diseases, trauma and demyelinating diseases should be considered for differential diagnosis. Herein we presented two cases with hemiplegia and one case with speech disorder. In the first patient with hemiplegia MTHFR A1298C gene mutation was identified in the second case cerebral vasculitis was determined as a cause of stroke. In the patient with speech disorder the cause of pons infarction was antithrombin III deficiency. Patients are presented to draw attention that patients who presented with clinical symptom and signs of stroke should be evaluated fast and may have various etiological factors.