E-ISSN: 2822-6771
Volume : 3 Issue : 1 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 3 (1)
Volume: 3  Issue: 1 - 2011
REVIEW
1.Laboratory Manifestations of Infectious Diseases
Hüsem Hatipoğlu, Serdar Erkal, Serdar Türkmen, Nuri Engerek, Keramettin Kurt, Rengin Şiraneci
Pages 5 - 11
İnfeksiyon hastalıkları çocukluk çağında hastane başvurusu ve yatış nedenleri arasında en sık sorumlu nedenlerdir. Özgün tanıda genellikle mikrobiyolojik yöntemler kullanılmaktadır. Özgün olmayan biyokimyasal laboratuvar bulguları da hızlı sonuç sağlayarak tanıyı desteklemede kullanılır. Bu yazıda eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, ve tam kan sayımının infeksiyon hastalıklarındaki yeri tartışılmıştır.
Infectious diseases constitute the major cause of hospital admissions in pediatric age. Microbiological studies usually form the basis of definitive diagnosis for these disorders. Nonspecific biocemistry tests can be obtained quickly, thus they have been used to support the eventual diagnosis. Among biochemical work-up, the role of erythrocyte sedimentation rate, C-reactive protein and complete blood count in the management of infectious diseases have been discussed in this article.

RESEARCH ARTICLE
2.Pregnancy outcomes in women with elevated maternal serum human chorionic gonadotropin
Gökhan Yıldırım, Ali Gedikbaşı, Fatma Nurgül Aktaş, Ahmet Gül, Ahmet Gülkılık
Pages 12 - 17
AMAÇ: Bu çalışma ikinci trimester tarama testinde maternal serum h-CG (MShCG)’nin 2.0 MoM ya da daha yüksek bulunan olgularda gebelik sonuçlarını değerlendirmek amacıyla yapıldı.
YÖNTEMLER: MShCG değerinin < 2.0 MoM olduğu 559 olgu ile hCG’nin ≥2.0 MoM olduğu 146 olgunun gebelik sonuçlarını karşılatıran bir kohort çalışmasıdır. Her iki olgu grubu doğumda gebelik haftası, doğum ağırlığı, preterm eylem, intrauterin gelişme geriliği, preeklampsi ve fetal ölüm gelişimi yönünden olgular karşılaştırıldı.
BULGULAR: Kötü gebelik sonuçları MShCG’nin ≥ 2.0 MoM olduğu olgularda belirgin olarak artmıştı. MShCG’nin ≥ 2.0 MoM olan olgularda preeklampsi ve preterm doğum riskinde artış vardı (sırasıyla, OR= 13.83, %95 GA 4.91 – 38.98, OR= 7.13 %95 GA 3.11 – 16.33).
SONUÇ: MShCG’nin 2.0 MoM’dan yüksek olduğu olgular kötü gebelik sonuçları ile birliktedir, bu nedenle bu değerin üzerindeki olgular yakından izlenmelidir.
OBJECTIVE: This study was undertaken to assess outcomes in unselected women with maternal serum human chorionic gonadotropin (MShCG) 2.0 MoM or greater.
METHODS: This is an observational cohort study of 559 women with MShCG less then 2.0 MoM and 146 women of the same age with MShCG 2.0 MoM or greater who were evaluated for preterm delivery, preeclampsia, stillbirth, and intra uterine growth restriction.
RESULTS: Women with elevated human chorionic gonadotrpin levels showed an increased risk for preeclampsia and preterm delivery (OR: 13.83 95% CI: 4.91-38.98, OR: 7.13 95% CI: 3.11 – 16.33 ).
CONCLUSION: Adverse pregnancy outcome is associated with MShCG 2.0 MoM or greater, thus increased antenatal surviellance is warranted with greater values.

3.Evaluation of Temporary Peripheral Leukocytosis in Non-febril Convulsions of Childhood
Erdal Adal, Emre Akkelle, Hasan Önal, Metin Aydoğan, Gülseren Arslan, Hüseyin Aldemir
Pages 18 - 21
AMAÇ: Bu çalışmada çocukluk çağı afebril konvülsiyonlarında herhangi bir enfeksiyon olmaksızın lökositoz görülüp görülmeyeceği, lökositozun ne kadar süreceği, lökositozdan hangi lökosit alt grubunun sorumlu olduğu, lökositozun konvülsiyon süresi ya da konvülsiyon şekli ile ilişkisinin olup olmadığının saptanması amaçlanmıştır.

YÖNTEMLER: Tüm hastalardan başvurularında tam kan sayımı örneği alınmış ve periferik kan yaymaları yapılmış, içlerinde lökositoz saptananlardan tam idrar tahlili, kan kültürü ve idrar kültürü örnekleri alınmıştır. Yine lökositozlu hastalardan başvurularının 24. saatinde ikinci bir tam kan sayımı yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalamaları 6,34±4,2 yıl ( 0,5- 16 yaş) olan 96‘sı kız, 119‘ u erkek toplam 215 hasta alınmıştır. Statuslu olgularda lökositoz oranı %47,6 iken statusu
olmayanlarda bu oran %6,2 idi. Lökositozdan sorumlu lökosit alt grubunun nötrofil olduğunu gördük. Lökositozlu hastaların tamamında 24. saatte lökositozun gerilediğini saptadık.
SONUÇ: Afebril konvülsiyonlu çocuklarda herhangi bir enfeksiyon olmadan geçici bir lökositoz görülebilir. Konvülsiyon süresi uzadıkça lökositoz görülme ihtimali artar.

OBJECTIVE: Our aim was to determine whether leukocytosis occurs in non-febrile convulsions of childhood in the absence of infection, whether there were a relationship between leukocytosis and duration or type of convulsion, and to establish the duration of leukocytosis and leukocyte subgroups, which are responsible for leukocytosis.
METHODS: White blood cell count and peripheral blood smear were ordered in all patients at presentation. Urinalysis, blood culture and urine culture were studied in children with leukocytosis. A second white blood cell count was done in the patients with leukocytosis 24 hours after presentation.
RESULTS: A total of 215 children (96 females, 119 males) were enrolled in the study. The mean age was 6.34±4.2 years (0.5-16). Leukocytosis was detected in 47.6% of the patients with status epilepticus, and in 6.2% of the patients without status epilepticus. The subgroup responsible for the leukocytosis was neutrophils. Leukocytosis has improved in all patients at 24 hours after the presentation.
CONCLUSION: Temporary leukocytosis may occur in children with non-febrile convulsions in the absence of any infection. As the duration of convulsions gets longer, the possibility of
presence of leukocytosis increases.


4.Central nervous system bleedings in rare bleeding disorders
Zafer Şalcıoğlu, Arzu Akçay, Deniz Tuğcu, Hülya Sayılan Şen, Selvinaz Edizer, Gönül Aydoğan, Ferhan Akıcı, Zafer Başlar
Pages 22 - 26
AMAÇ: Nadir faktör eksiklikleri otosomal resesif kalıtılan, 500 binde bir ile 2 milyonda bir sıklıklarında karşılaşılan kalıtsal pıhtılaşma faktörü eksiklikleridir. Bu hastalar için en önemli ve yaşamı tehdit eden kanama sorunu merkezi sinir sistemi kanamalarıdır. Çalışmamızda 1990 ile 2009 yılları arasında kliniğimizde izlenen ve tedavi edilen 109 nadir faktör eksikliği olgusu arasında yer alan 14 hastaya ait merkezi sinir sistemi kanamalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Hasta kayıtlarından olgulara ait bilgiler geçmişe dönük olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Olguların 69’u erkek 40’ı kızdır. Hastaneye başvuru yaşları bir hafta ile 19 yaş arasında değişmektedir. Anne ve babaların akrabalık oranı % 38,9 olarak saptanmıştır. Olgularımız 10’u Fibrinojen (% 9.2), 1'i Faktör II (% 0.9), 5’i Faktör V (% 4.5), 73’ü Faktör VII (% 67), 11’i Faktör X (% 10.1), 7’si Faktör XI (% 6.5), 2’si Faktör XIII (% 1.8) eksikliklerinden oluşmaktadır. Olgularımızın tümü gözönüne alındığında cilt ve yumuşak doku kanamaları % 66.8, eklem kanamaları % 22.7, ağız içi kanamaları % 21.2, burun kanamaları % 17.4, MSS kanamaları % 12.8 ve mide bağırsak kanamaları % 9.6 olarak sıralanmaktadır. MSS kanamaları olan kastaların 8’i FVII (%57.2), 4’ü FX (%28.6), 1'i FV (% 7.1) ve 1'i Fibrinojen (% 7.1) eksikliğidir. Olguların 10’u (% 71.5) 3 ayın altında tanı almıştır. Üç ay ile bir yaş arasında 3 olgu (% 21.4) ve bir yaşın üzerinde 1 hasta (% 7.1) tanı almıştır.
SONUÇ: Bildirimizde nadir faktör eksikliklerinin erken dönemde tanınmasının önemi ve profilaktik tedavi yaklaşımlarının gerekliliği vurgulanmaktadır.
OBJECTIVE: Rare factor deficiencies are autosomal recessvely inherited disorders. Their frequency are approximately 1: 1500000 to 1: 2000000 in general population. In this study, we aimed to evaluate central nervous system bleedings of 14 patients with rare factor deficiency. One hundred and nine patients were followed with this diagnosis in our clinic between 1990-2009.
METHODS: Patients’ data were investigated retrospectively from our archieves.
RESULTS: Sixty nine patients were male and 40 were female. Their ages were ranging from one week to 19 years. Familial consanguinity was present in %38.9 of these patients. Ten patients were diagnosed as fibrinogen deficiency (9.2%), 5 as factor V (4.5%), 73 as factor VII deficiency (67%), 11 as factor X deficiency (10.1%), 7 as factor XI deficiency(6.5%), 2 as factor XIII deficiency (1.8%), one of them as factor II deficiency (0.9%). The ratio of easy bruising and cutaneous bleeding was 66.8%, whereas the ratios of hemarthroses, oral cavity bleeding, epistaxis, CNS bleeding and gastrointestinal bleeding were 22.7%, 21.2%, 17.4%, 12.8% and 9.6%, respectively. Of these patients with CNS bleeding, 8 had factor VII deficiency (57.2%), 4 (28.6%) had factor X, one (7.1%) had factor V and another one (7.1%) had fibrinogen deficiency. Ten of cases were diagnosed under the age of three months (71.5%). Three cases (21.4%) aged between 3 months and 1 year, and 1 patient older than 1 year (7.1%) had the diagnosis of CNS bleeding.
CONCLUSION: The importance of early diagnosis of rare factor deficiencies and the necessity of prophylactic treatments were emphasized in this study.

5.Gram Negative Bacteria Isolated From Pediatric Urine Samples And Their Antibiotic Susceptibility
Kamuran Ziyaretli Şanlı, Özden Türel, Nevin Hatipoğlu, Alev Yılmaz, Rengin Şiraneci
Pages 27 - 34
AMAÇ: Bu çalışmada çocuklarda idrar yolu infeksiyonuna (İYE) neden olan Gram negatif bakteri türlerinin ve antimikrobiyal dirençlerinin belirlenmesi hedeflenmiştir
YÖNTEMLER: Ekim 2008-Haziran 2009 tarihleri arasında elde edilen idrar kültürü sonuçları retrospektif olarak incelenmiştir. Çocuk kliniklerinden İYE ön tanısıyla mikrobiyoloji laboratuarına gönderilen idrar örneklerinin standart yöntemlerle ekimi yapılmıştır. Saf üremesi olan Gram negatif bakteriler çalışmaya dahil edilmiştir. Tanımlanan bakterilerin antimikrobiyal duyarlılıkları disk difüzyon yöntemi ile çalışılmıştır
BULGULAR: Çalışmamızda elde edilen 1015 Gram negatif bakteri arasında en sık E. coli (%68.7) tespit edilmiştir. Diğer bakterilerin sıklıkları ise; Klebsiella spp (%12.5), Proteus spp (%2.7), Pseudomonas spp (%2.1), Enterobacter spp (%0.8) ve Acinetobacter spp (%0.3) olarak bulunmuştur. Antimikrobiyal hassasiyet testi sonucunda E. coli’ de ampisilin direnci %71, trimetoprim-sülfametoksazol (SXT) direnci %55, sefuroksim aksetil direnci %44.2; Klebsiella spp’de ampisilin direnci %80, SXT direnci %58.8, sefuroksim aksetil direnci %46.8; Proteus spp’de ampisilin direnci %54.8, SXT direnci %45.1, sefuroksim aksetil direnci %22.5 bulunmuştur. Her üç bakterinin en duyarlı oldukları antibiyotikler ise karbapenemler, üçüncü kuşak sefalosporinler, aminoglikozidler ve kinolonlar olarak saptanmıştır.
SONUÇ: İdrar yolu enfeksiyonu; uygun tedavi edilmezse ileride geri dönüşümsüz böbrek hasarına kadar varan komplikasyonlara neden olabilir. Tedavi kültür antibiyogram sonuçlarına göre planlanmalıdır. Ampirik tedavi kaçınılmaz olduğunda tedavide güncel direnç profillerinin incelenerek dikkate alınması gerekmektedir.

OBJECTIVE: We aimed to determine the frequency and antibiotic susceptibility pattern of gram negatif bacteria causing urinary tract infections (UTI).
METHODS: Culture results of urinary specimens received during October 2008-June 2009 from patients suspected of UTI in pediatric clinics were analysed retrospectively. Standart methods were used for identification of bacteria. Gram negative bacteria with pure growth were included. Antibiotic susceptibility was studied with disc diffusion method.
RESULTS: A total of 1015 Gram negative isolates were identified. E. coli was the most common bacrteria (68.7%) followed by Klebsiella, Proteus, Pseudomonas spp, Enterobacter spp and Acinetobacter (12.5, 2.7, 2.1, 0.8 and 0.3 % respectively. Among E. coli isolates, 71% were resistant to ampicillin, 55% resistant to trimethoprim sulfamethoxazole (SXT) and 44.2% resistant to cefuroxime axetil. For Klebsiella spp, ampicillin resistance was 80% while SXT and cefuroxime axetil resistances were 58.8 % and 46.8%. Resistance patterns among Proteus spp were 54.8% for ampicillin, 45.1% for SXT and 22.5% for cefuroxime axetil. Carbapenems, third generation cephalosporins, aminoglycosides and quinolones were the most susceptible antibiotics.
CONCLUSION: UTIs must appropriately treated according to culture results and antibiotic susceptibility pattern in order to prevent grave complications like irreversible renal damage. Continous surveillance studies are necessary for determination of empiric therapy.

6.Etiologic and Epidemiologic Factors in Acute Gastroenteritis of Infants
Erdal Adal, Diğdem Bezen, Zerrin Önal, Hasan Önal
Pages 35 - 40
AMAÇ: Bu çalışmada bir-yirmi dört ay arası yaş grubundaki çocuklarda ishal etkeni olarak adenovirüs ve rotavirüs sıklığının saptanması ve bu enfeksiyonların risk faktörleri, klinik özellikleri ve tedavi farklılıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Tüm hastaların yaş, cinsiyet, doğum ağırlığı, yatış sırasındaki vücut ağırlığı, boy, baş çevresi ölçüleri, beslenme anamnezi, anne yaşı ve annenin sigara içme anamnezi, semptomlar, semptomların başlama sırası ve sürelerine ait bilgiler, fizik muayene bulguları, dehidratasyon skoru, sosyoekonomik statü skoru, laboratuar bulguları, tedavi uygulamaları ve yatış süresine ait bilgiler kaydedilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalamaları 8,12±5,40 (1-24 ay) olan, 95’i kız, 112’si erkek, toplam 207 akut ishalli hasta alınmıştır. Hastaların %23,7’sinde adenovirüs, %39.6’sında rotavirüs etkendi. Rotavirüsün en sık 7-12 aylık çocuklarda, adenovirüsün ise 1-24 ayda görüldüğü saptandı. Anne sütü, viral ishallerden çocuğu korumakta, düşük doğum ağırlığı ve düşük sosyoekonomik seviye, risk oluşturuyordu. Ateş, kusma ve ishal, rotavirüs ishallerinde daha şiddetli, adenovirüs ishallerinde ise daha uzun süreliydi. Yatış ve tedavi süreleri, rotavirüs ishallerinde daha uzundu.
SONUÇ: Rotavirüs ve adenovirüs 1-24 ay süt çocukluğu döneminde en sık akut ishal nedenidir. Anne sütü viral gastroenteritlerden koruyucu önemli bir faktördür. Bu etkenler hakkında yeterli epidemiyolojik ve klinik bilgi sahibi olunursa uygulanmakta olan birçok gereksiz tetkik ve antibiyotik tedavisinden kaçınılması mümkün olabilir.
OBJECTIVE: The aims of the study were to determine the frequency of adenovirus and rotavirus as causative agents of diarrhea in children of 1-24 months of age and to evaluate risk factors, clinical features and the differences in therapy.
METHODS: Age, gender, birth weight, current weight, height, head circumference, nutritional history, mother's age, smoking history of the mother, symptoms, the beginning and duration of the symptoms, physical examination findings, dehydration score, socioeconomic score, laboratory findings, therapy and duration of hospitalization were recorded.
RESULTS: A total of 207 patients (95 females, 112 males) with diarrhea were enrolled in the study. The mean age was 8,12 ± 5,40 months (1-24). The causative agent was adenovirus and rotavirus in 23.7% and 39.6% of the patients, respectively. Rotavirus and adenovirus was most frequent in children of 7-12 months of age, whereas adenovirus had a relatively uniform frequency throughout the year. Our results show that breastfeeding prevents viral diarrhea. Low birth weight and low socioeconomic score were risk factors for diarrhea. Fever, vomiting were more frequent and diarrhea was more severe in rotavirus diarrhea, though the duration of diarrhea was longer in adenovirus infections. Durations of hospitalization and treatment were longer in cases due to rotavirus.
CONCLUSION: Rotavirus and adenovirus were the most common causes of diarrhea. As the epidemiologic and clinic knowledge increase, unnecessary tests and antibiotic treatment of viral diarrhea will be seldom used.

CASE REPORT
7.Pyloric Atresia in Pretem Newborn
Semra Gürsoy, Esin Aldemir, Gülay Aydın Tireli, Ayşe Sibel Özbek, Sultan Kavuncuoğlu
Pages 41 - 44
Konjenital pilor atrezisi nadir bir anomalidir. Gelişimsel duraklama sonucu gelişebilir ve çoğunlukla izoledir. Prenatal öyküsünde polihidroamnios olan ve mide cebi görülen ancak barsak ansları izlenmeyen olgumuz, doğum sonrası pilor atrezisi tanısı ile ameliyat edildi. Hasta yatışının 27. gününde sorunsuz olarak taburcu edildi. Olgu nadir bir anomali olması nedeniyle sunuldu.
SUMMARY:
Congenital pyloric atresia is an infrequent anomaly. İt can occur as a result of incomplete evolution and is usually seen isolated. Our case which included polyhydoamniosis and a gastric pouch without any sign of intestinal loop in prenatal history was diagnosed as pyloric atresia and was operated after birth. The patient was hospitalized for 27 days and then had been discharged uneventful.This rare anomaly is here been presented as a case.

8.Umbilical cord rupture detected during intrapartum period
Emrah Can, Serdar Cömert, Muhittin Çelik, Ali Bülbül, Sinan Uslu
Pages 45 - 48
Doğum öncesinde göbek kordonu anomalilerinin tespiti her zaman mümkün değildir. Antenatal dönemde fetusun düzenli düzenli takip edilmesi; fetus için tehlikeli durumların tespiti için en önemli basamağı oluşturmaktadır. Göbek kordonu rüptürü sıklıkla göbek kordonu anomalilerine bağlı olarak veya antenatal dönemde yapılan girişimlere sekonder olarak oluşmaktadır.Gestasyon yaşına göre term olan olgu, antenatal dönemde düzenli takipli idi.Ancak gelişen fetal distres nedeniyle acil olarak sezaryen ile doğurtuldu. Doğum sırasında göbek kordonunun bebek tarafındaki alandan ayrılmış olduğu tespit edildi. Postnatal acil yapılan hemostaz ile olgunun kanaması durdurularak kan kaybı engellendi. Olgu gözlemleyici bakımda izleme alındı.
Kordon rüptürüne günlük pratikte sık olarak rastlanmaktadır. Özellikle intrapartum gerçekleşen olgularda erken müdahale ile bebeğin morbiditesi ve mortalitesi önlenebilmektedir. Özellikle annenin antenatal anamnezinde özellik saptanması plasental anomalileri akla getirmelidir.
Detection of umbilical cord anomalies before delivery is not always possible. The most important method to determine high risk situations is the routine follow up of the fetus during antenatal period. Umbilical cord rupture develops either due to umbilical cord anomalies or secondary to interventions performed to the mother during antenatal period. A term neonate with regular antenatal follow up was delivered by emergent cesarean section because of developing fetal distress. During labor umbilical cord was found to detach at fetal site. Blood loss was prevented by immediate application of compress. The patient was monitorized and given observational care.
Umbilical cord rupture is frequently encountered during everyday practice. Especially in patients with intrapartum umbilical cord rupture, early manipulation would prevent morbidity and mortality. Especially a positive maternal antenatal history should raise the suspicion of placental anomalies.