E-ISSN: 2822-6771
Volume : 6 Issue : 3 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 6 (3)
Volume: 6  Issue: 3 - 2014
REVIEW
1.Current Trends in Vesicoureteral Reflux
Sevgi Yavuz
doi: 10.5222/iksst.2014.113  Pages 113 - 120
Vezikoüreteral reflü (VUR) çocuklarda sık görülen bir üriner sistem bozukluğudur. Erken tanı konulmadığı takdirde tekrarlayan piyelonefrit atakları ve renal skarlanma ile reflü nefropatisi, hipertansiyon ve kronik böbrek yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. VUR yönetiminde öncelikle böbrek fonksiyonlarının korunması, riskli hastaların erken tespiti ve gerekirse müdahalesi hedeflenir. Literatürde son yıllarda reflünün tanı, tarama ve tedavi yöntemi konusundaki görüşler değişiklik göstermiş ve halen bazı sorular cevaplanamamıştır. Bu derlemede VUR güncel kılavuzlar eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Vesicoureteral reflux (VUR) is a common urinary system abnormality seen in children. If untreated, it might lead to severe complications including reflux nephropathy, hypertension and chronic renal failure following recurrent pyelonephritis and renal scarring. The primary goal in management of VUR is preservation of renal functions with early identification and intervention of patients. Recently, the literature data concerning the diagnosis, screening and management of VUR have been changed and some questions have not been properly answered yet. In this paper the issue of VUR is reviewed under current guidelines.

RESEARCH ARTICLE
2.Staheli Shelf Acetabuloplasty Procedure In Legg Calve Perthes Disease
Evren Akpınar, Gökhan Polat, Murat Korkmaz, Ömer Naci Ergin, Yavuz Sağlam, Turgut Akgül, Mehmet Erdil
doi: 10.5222/iksst.2014.121  Pages 121 - 126
AMAÇ: Legg Calve Perthes hastalığının başlangıç ve fragmantasyon dönemlerinde uyguladığımız Staheli shelf asetabuloplasti yönteminin lateral kolon tip B/C ve C hastalardaki kısa dönem sonuçlarını incelemeyi ve literatür ışığında tartışmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Şubat 2004 ile Mart 2009 tarihleri arasında Staheli shelf asetabuloplasti ile tedavi edilen lateral kolon tip B/C ve tip C hastaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların ameliyat öncesi klinik ve radyolojik verileri son kontrol muayenesindeki verileri ile karşılaştırıldı. Hastaların kalça eklem hareket açıklıkları, artikülotrokanterik mesafe (ATM), merkez kenar açısı (MKA), femur başı büyüklüğü oranı (FBB), asetabüler örtünme miktarı (AÖM) ve medial eklem aralığı mesafesi (MEAM) karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Lateral kolon tip B/C ve tip C hastaların cerrahi tedavi sonrası klinik ve radyolojik bulguları değişim miktarları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 16 erkek hastanın ameliyat sırasındaki ortalama yaşı 9,1±1,7 yıldı. Tüm hastalar başlangıç ve fragmantasyon evresindeydi. Lateral kolon sınıflamasına göre 6 hasta tip B/C, 9 hasta tip C olarak değerlendirildi. Hastaların son kontrollerindeki kalça hareket açıklıklarının ameliyat öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). ATM (p=0,085) ile FBB (p=0,725) parametrelerindeki azalmanın istatistiksel olarak anlamlı değildi. MKA (p<0,001), AÖM (p<0,001) parametrelerindeki artış ile MEAM (p=0,01) parametrelerindeki azalmanın istatistiksel olarak anlamlı değildi. Lateral kolon B/C hastalardaki kalça fleksiyon derecesi değişim miktarı, tip C hastalardaki değişim miktarıdan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p=0,007). Ancak diğer parametrelerdeki değişim miktarlarının ise istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05).
SONUÇ: Staheli shelf asetabuloplasti ameliyatının komplikasyonunun az, klinik ve radyolojik sonuçlarının başarılı olması nedeni ile Perthes hastalığı cerrahi tedavisinde akılda tutulmasını önermekteyiz. Ancak henüz uzun dönem takipleri ile ilgili sonuçlarının olmaması nedeni ile kontrol grubu olan ileri çalışmaların yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: We aimed to evaluate short term results of Staheli shelf acetabuloplasty procedure which we performed at initial and fragmentation stages of Legg Calve Perthes disease for lateral pillar type B/C and C patients and to discuss the results in the light of literature.
METHODS: Between February 2004 and March 2009, lateral pillar type B/C and type C patients treated by Staheli shelf acetabuloplasty were evaluated retrospectively. Preoperative clinical and radiological data of patients were compared with the data at final follow up examination. Hip range of motions, articulotrochanteric distance (ATD), center edge angle (CEA), femoral head size ratio (FHS), acetabular coverage amount (ACA) and medial joint space distance (MJSD) of patients were compared. Changes in measure of clinical and radiological findings of lateral pillar type B/C and C patients compared postoperatively.
RESULTS: The mean age of 16 male patients that included the study was 9,1 years at surgery time. All of the patients were in initial and fragmentation stages. According to lateral pillar classification, 6 patients were evaluated as type B/C and 9 patients were evaluated as type C. The hip range of motions of patients at final follow up were statistically higher than preoperatively (p<0,001). Decrease of ATD (p=0,085) and FHSR (p=0,725) parameters were not statitistically significant. Increase of CEA (p<0,001), ACA (p<0,001) parameters and decrease of MJSD (p=0,01) parameters were not statistically significant. Changes of hip flexion degrees in lateral pillar B/C patients were statistically higher than in type C patients (p=0,007). But changes of other parameters were not statistically significant (p>0,05).
CONCLUSION: We recommend that Staheli shelf acetabuloplasty procedure should be kept in mind for surgical treatment of Perthes disease as having low complications and having successful clinical and radiological outcomes. However, further controlled researches should be done as this method has no longer follow up results.

3.Retrospective Analysis of Obstetric and Perinatal Outcomes in Pregnant Women with Epilepsy
Mehmet Bayrak, Halenur Bozdağ, Cihan Karadağ, Taner Günay, Gökhan Göynümer
doi: 10.5222/iksst.2014.127  Pages 127 - 132
AMAÇ: Bu çalışmada, gebeliğe eşlik edebilen nörolojik bir hastalık olan epilepsinin gebelik ve perinatal sonuçlar üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Ocak 2009 ve Aralık 2013 tarihleri arasında kliniğimizde doğum yapmış 42 epilepsi tanısı olan gebe çalışmaya dahil edildi. Çalışma kapsamına dahil edilen gebelere ait demografik, obstetrik ve perinatal sonuçlarla ilişkili bilgiler, hastanemize ait arşivden ve elektronik kayıtlardan elde edildi.
BULGULAR: Çalışma grubunda gebelerin yaş ortalaması 28,5±5,1 yıldı. Gebelik haftası ve yenidoğan doğum ağırlığı ortalamaları sırayla 39±1,6 hafta ve 3218±477 gramdı. Dört olgu (%9,5) erken doğum yaptı. Preeklampsi, gebelikte vajinal kanama ve postpartum aşırı kanama gibi kötü obstetrik sonuçlar izlenmedi. Sezaryen doğum oranı %52,6 idi. Prekonsepsiyonel danışma alan olgu oranı %28,6’ydı ve gebelikte en sık kullanılan antiepileptik ilaç karbamazepindi. Ondört (%33,3) olgu gebelik sürecinde epileptik nöbet geçirdi ve nöbetler en sık ilk trimesterde görüldü (%52,6). Dört yenidoğan bebekte düşük 5.dakika apgar skoru izlendi. Major konjenital malformasyon 2 (%4,8) yenidoğanda izlendi.
SONUÇ: Epilepsili gebeler hem hastalıktan hem de ilaç tedavisinden kaynaklı bazı risklere sahiptirler. Epilepsili gebelerin, epilepsi kaynaklı potansiyel risklerden korunması için gebelikten önce bilgilendirilmeleri ve tedavide gerekli değişikliklerin prekonsepsiyonel dönemde yapılması ile daha iyi sonuçlar elde edilmesi mümkündür.
OBJECTIVE: The study was undertaken to assess the obstetric and perinatal outcomes of pregnancies complicated by epilepsy that is a common neurologic disorder of pregnancy
METHODS: Forty-two pregnant women with a diagnosis of epilepsy disorder who delivered at our clinic between January 2009 and December 2013 were included in this study. Data including demographic, obstetric and perinatal outcomes of all the pregnant women in this study were obtained from the archive of the hospital end electronic records.
RESULTS: The mean maternal age was 28,5±5,1. The mean gestational age and fetal weight was 39±1,6 weeks and 3218±477 gr at the time of birth respectively. Four pregnants (9,5%) were born before 37. gestational weeks. There were no adverse obstetric outcomes such as preeclampsia, bleeding in pregnancy and excessive bleeding postpartum. Caesarean section rate was 52,8% in the study group. The preconception counseling rate was 28,6% in study group. The most commonly used drug was carbamazepine (30%). Fourteen (33,3%) pregnants with epilepsy had a seizure during pregnancy. The most frequent seizures were during the first trimester (52.6%). Four (%9,5) newborns had low 5th minute Apgar score at birth. Major congenital malformations were present in 2 (4,8%) newborns.
CONCLUSION: The pregnants with epilepsy have some risk according to disease and medical terapy. They should be informed for the potential risks of epilepsy before becoming pregnant and the necessary changes in treatment should be made during preconceptional period.

4.Comparisons Between Ultrasonographic Screening Results and Risk Factors of Developmental Dysplasia of The Hip
Evren Akpınar, Gökhan Polat, Turgut Akgül, Ömer Naci Ergin, Murat Korkmaz, İrem Erdil, Mehmet Emin Erdil
doi: 10.5222/iksst.2014.133  Pages 133 - 136
AMAÇ: Çalışmamızın amacı ultrasonografik taramanın seçilmiş hastalarda mı (risk faktörleri yada muayene bulguları olan) ya da genel popülasyon üzerinde mi yapılması gerektiğini değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Kliniğimize 2010-2012 GKD taraması amacıyla başvuran 634 bebek çalışmaya dahil edildi. Risk faktörleri olarak aile hikayesi, makat geliş, tortikollis, ilk gebelik, oligohidramnios, çarpık ayak, kız cinsiyet olarak belirlendi. Graf metodu ile yenidoğan kalçaları taranarak, hastalardaki risk faktörleri ve klinik muayene bulguları istatistiksel olarak duyarlılık ve özgüllük açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 634 bebeğin 403'ü kız, 231'i erkekti. Hastaların ortalama yaşı 87.45 +/- 49,6 gündü. Ortalama anne yaşı 29.6 +/- 5.4 yıldı. Ultrasonografik tarama neticesinde 66 bebeğin 71 kalçası displazik bulundu. Bu kalçalardan 30'u Tip 2b, 8 kalça Tip 2c, 3 kalça tip D, 23 kalça tip 3 7 kalça tip 4 olarak tespit edildi.
SONUÇ: Çalışmamızda klinik bulguların GKD taraması açısından yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle de özellikle ülkemiz gibi GKD prevelansının sık görüldüğü ülkelerde seçilmiş hastalara ultrasonografik tarama yapmaktansa tüm popülasyonun ultrasonografik taramasının yapılması gerektiği kanısındayız.
OBJECTIVE: The aim of the study is to evaluate the efficacy of ultrasonographic screening in general population and selected patients (who had risk factors or clinical findings) for deeveleopmental dysplasia of the hip (DDH)
METHODS: 634 babies who had admittted to our clinic between 2010 and 2012 had included to the study. Family history, breech presentation, torticollis, first child, oligohydramnios, club foot Risk faktörleri olarak aile hikayesi, makat geliş, tortikollis, ilk gebelik, oligohidramnios adn female gender were accepted as risk factors. The new born patients was evaluated with Graf method. Risk factors and clinical findings of the patients were compared with these results for sensitivity and spesificity.
RESULTS: 403 patients were female and 231 patients were male. The mean age of the patients were 87.45 +/- 49,6 days and the mean maternal age was 29.6 +/- 5.4 years. In the screeening of the patients 66 babies with 71 hips were dysplasic. (30 hips Type 2b, 8 hips type 2c, 3 hips Type D, 23 hips Type 3, 7 hips Type4)
CONCLUSION: According to our study, clinical examination of the patients is not sufficient for the screening of the babies for DDH. We think that the ultrasonographic screening of the babies for DDH is recommended for general population for high risk countries like Turkey.

5.Infantil Urolithiasis: A Single Center Experience
Ferhat Demir, Sevgi Yavuz, Aysel Kıyak, Gönül Aydoğan, Orhan Korkmaz, Ferhat Sarı
doi: 10.5222/iksst.2014.137  Pages 137 - 141
AMAÇ: İnfantlarda ürolitiazisin (UL) etyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Bir yaş altında UL tanısı alan 150 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik, radyolojik ve laboratuar bilgileri retrospektif olarak kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların % 43.3’ünde taş boyutu 3mm ve altında, % 56.7’sinde 3 mm’nin üzerinde idi. En sık başvuru şikayeti karın ağrısı ve huzursuzluktu (% 36). Hastaların %14.7’sinde prematürite, % 46.7’sinde ailede taş öyküsü saptandı. Ek üriner sistem anomalisi %13, idrar yolu enfeksiyonu (İYE) % 15, metabolik bozukluk % 51.3 oranında görüldü. En sık metabolik neden hiperkalsiüri idi. Hastaların yaklaşık yarısında D vitamini kullanımı ve % 10’unda serum vitamin D düzeyi yüksekliği mevcuttu. Hastaların % 62.7’sinde taşlar tamamen kaybolurken % 34’ünde taş boyutlarında azalma, % 3.3’ünde ise artma gözlendi.
SONUÇ: Üriner sistem taş hastalığı saptanan bebekler altta yatabilecek metabolik, enfeksiyöz nedenler ya da ek üriner anomali yönünden dikkatli değerlendirilmelidir. Süt çocuklarında rutin D vitamini önerirken taşa yatkınlık riski de göz önünde bulundurulabilir.
OBJECTIVE: The etiological and clinical features of urolithiasis (UL) in infants were evaluated.
METHODS: The study included 150 infants who were diagnosed as UL before 1 year of age. Demographics, radiologic and laboratory data of the patients were retrospectively recorded.
RESULTS: The dimensions of the stones were below 3 mm in 43.3% and over 3mm in % 56.7 of the patients. The main symptoms were abdominal pain and disturbance (36%). The prematurity was recorded in 14.7%, family history in 46.7% of the patients. 13% had additional urinary abnormality, 15% had urinary tract infection (UTI), and 51.3 % had an underlying metabolic abnormality. The most common metabolic disturbance was hypercalciuria. Almost half of the patients used vitamin D and 10% of them had high vitamin D levels. The stones were completely resolved in 62.7% of patients. The dimensions of the stones were decreased in 34% whereas increased in 3.3 % of participants.
CONCLUSION: Conclusions: Infants should be carefully examined for the probable underlying metabolic, infectious or additional urinary abnormalities. The susceptibility to UL might be considered while recommending the usage of vitamin D in infants.

6.The Analysis of Patients Who Were Operated With Giant Goiter
Hasan Abuoglu, Mehmet Kamil Yıldız, Mehmet Odabaşı, Emre Gunay, Cengiz Eriş, Erkan Ozkan, Suleyman Atalay, Bülent Kaya, Kaan Meriç, Tolga Müftüoğlu
doi: 10.5222/iksst.2014.142  Pages 142 - 146
AMAÇ: Bu çalışmada nadir olarak görülen 6 cm ve üzerindeki tiroid nodüllerinin neden olabileceği klinik bulgular ile bu nodüllerin ince iğne aspirasyon biyopsi (İİAB) sonrası sitopatolojik inceleme ve postoperatif tiroidektomi materyallerinin histopatoloji inceleme sonuçlarının karşılaştırılması amaçlandı.


YÖNTEMLER: Çalışma 2004 – 2012 yılları arasında nodüler guatr nedeniyle opere edilen 541 hasta içinden nodül boyutları 6 cm ve üzeri olan 27 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastaların demografik bilgileri kaydedilmiştir. Hastaların tamamında bilgisayarlı tomografi çekilmiştir. Preoperatif İİAB ve sitopatoloji sonuçlarıyla, postoperatif histopatoloji sonuçları karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Tiroid nodül boyutu 6 cm ve üzeri olan 27 hasta incelendi. Yirmiyedi hastadan 10’unda (%37.1) bilgisayarlı boyun tomografisi ile hava yolu obstruksiyon bulguları izlenirken preoperatif İİAB’si yapılan 1 (%3.7) hastanın sitopatolojik incelemesi sonucu malignite saptanmıştır. Postoperatif 2 (%7.4) hastanın patolojik inceleme sonucu malign olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tamamında kalıcı komplikasyon izlenmezken, 3 hastada (% 11.1) geçici komplikasyonlar görülmüştür.
SONUÇ: Tiroid bezinde 6 cm ve üzeri tiroid nodüllerine nadir olarak rastlanmaktadır. 6 cm ve üzeri tiroid nodülü bulunan hastalarda hava yolu obstrüksiyonu ve malignite sebebiyle cerrahi girişim uygun bir yaklaşımdır. Bu çalışmada preoperatif İİAB sonrası sitolojik değerlendirmelerin malignite tanısında yüksek oranda duyarlılığa sahip olduğu görülmüştür.

OBJECTIVE: In this study,the clinical features of thyroid nodules above 6 cm which is a rare pathology was examined.Preoperative cytologic results of Fine Niddle Aspiration Biopsi (FNAB) material and postoperative histopatological results of thyroidectomy material were compared.

METHODS: A total of 541 patients who were operated due to nodular goiter in between 2004-2012 were examined.The 27 patients with goiter above 6 cm was included to the study.All demographic findings were collected.All patients were evaluated with preoperative computed tomography. Preoperative FNAB results and postoperative histopatological results were compared.
RESULTS: The 27 patients with goiter above 6 cm were examined.In 10 patients there was airway obstruction in computed tomography.The thyroid malignancy was detected in 1 patients in FNAB,There were 2 (7.4%) malignancy after histopathological examination of thyroidectomy material.There were no permanent complication. There were transient complication in 3 (11.1 %) patients.

CONCLUSION: Thyroid nodule above 6 cm is a rare pathology. Patients with nodul above 6 cm usually need surgery due to airway obstruction or suspicion of malignancy.Cytological examination of FNAB material has high sensitivity for diagnosing malignancy.

CASE REPORT
7.Large Abdominal Cyst That was Identificated During Neonatal Period
Olcay Işık, Ayla Günlemez, Mine Esin Eruyar, Gülşen Ekingen, Meriban Karadoğan, Mücahit Tan, Funda Çorapcıoğlu
doi: 10.5222/iksst.2014.147  Pages 147 - 151
Prenatal ya da yenidoğan döneminde saptanan intraabdominal kitlelerin solid, semisolid, kistik özelliklerinin yanında hangi sisteme ait olduklarının saptanması da önemlidir. Over kistleri, kız fetüslerde ve yenidoğanlarda en sık rastlanan intraabdominal kitlelerdir. Over kistleri genel olarak fonksiyoneldir ve küçük kistler kendiliğinden herhangi bir tedavi gerektirmeden rezorbe olur. Yenidoğan bebekte over kisti 2 cm’den büyük ise patolojik olarak kabul edilir. Bu yazıda, bilateral büyük over kistli bir yenidoğan sunularak neonatal over kistlerinde ayırıcı tanı, takip ve tedavinin tartışılması amaçlanmıştır.
The intraabdominal masses detected during prenatal or neonatal period of the solid, semisolid, cystic characteristics by which to determine what belongs to the system is also important. Ovarian cysts are the most frequently encountered intraabdominal masses in female fetuses and newborns. Ovarian cysts are usually functional and small cysts show spontaneous regression without any treatment. It is generally accepted that in the newborn, the term ‘’ pathological cyst’’ refers to one with a diameter over 2 cm. In this article; newborn with bilateral large ovarian cysts will be presented to discuss the differential diagnosis, follow-up and treatment of neonatal ovarian cysts.

8.A Rare Lethal Skeletal Dysplasia: Roberts-SC Phocomelia Syndrome
Serdar Başaranoğlu, Ali Özler, Neval Yaman Görük, Senem Yaman Tunç, Elif Ağaçayak
doi: 10.5222/iksst.2014.152  Pages 152 - 154
Amaç: Post-partum dönemde yapılan fizik muayene bulguları ve görüntüleme yöntemleriyle Roberts-SC sendromu düşünülen bir olgunun sunumunu amaçladık.
Olgu: 28 yaşında, G5P2 olan gebe hasta dış merkezden polikliniğimize iskelet displazisi ön tanısıyla refere edildi. Yapılan ileri düzey ultrasonografik (USG) değerlendirmede fetusun ortalama 19 hafta ile uyumlu olduğu, her iki üst ve alt ekstremitelerin proksimal ve distalinde ileri derecede kısalık (şiddetli mikromeli), vertebral kemik yapılarda demyelinizasyon, bilateral koroid pleksus kistleri ve toraks ön-arka çapının azaldığı izlendi. Mevcut bulgularla fetal lethal iskelet displazisi düşünüldü. Anormal USG bulguları nedeniyle aileye fetal kromozom analizi önerildi, fakat kabul edilmedi ve gebeliğin devamı yönünde karar alındı. Mükerrer sezeryan endikasyonuyla 2700 gr, 42 santimetre boyunda, 3-4 APGAR skorlu bir kız bebek sezeryanla doğurtuldu. Yenidoğan post-partum 24 saat içinde kaybedildi.
Sonuç: Roberts-SC fokomeli sendromu değişik klinik bulguların bir arada bulunduğu nadir görülen otozomal resesif (OR) kalıtım gösteren bir hastalıktır. Prenatal ultrasonografik değerlendirme ve sitogenetik incelemelerde erken sentromer ayrılmasının bulunması diğer iskelet displazilerden ayrımını sağlayabilir. Hastalara sonraki gebeliklerinde fetal anomalinin erken tespiti ile genetik danışmanlık hizmetinin verilmesi önem arz etmektedir.
Objective: We aimed to present the case who was thought to have had Roberts-SC syndrome with postpartum pyhsyical examination and imaging findings.
Case: 28-year-old pregnant patient with gravida-5, parity-2 was referred to our clinic with the diagnosis of skeletal dysplasia. At advanced ultrasonography examination, the fetal development was at 19 weeks. There was severe shortness (micromelia) in both the upper and the lower parts of the bilateral upper and lower extremities, demineralisation in vertebral bony structures, bilateral choroid plexus cysts and decreased anteroposterior chest diameter. Lethal skeletal dysplasia was considered with the present findings. Due to the abnormal USG findings, fetal chromosome analysis was recommended but the family didn't accept the test and decided to continue with the pregnancy. Due to the previous cesarian sections, repeat cesarian section was indicated and a 2700 gr, 42 cm baby girl was born with an Apgar score of 3-4. The newborn died within 24 hours.
Conclusion: Roberts-SC phocomeia syndrome is a rare disorder with autosomal recessive inheritance and varying clinical findings. Early centromere seperation on cytogenetic analysis and prenatal ultrasonography could help differentiate from other skeletal dysplasias. Genetic counselling is important to be able to detect any possible fetal anomaly in future pregnancies.

9.Myopericarditis in the Differential Diagnosis of Acute Coronary Syndrome in a Patient Presenting with Chest Pain
Murat Çiftel, İrfan Oğuz Şahin, Osman Yılmaz
doi: 10.5222/iksst.2014.155  Pages 155 - 158
Göğüs ağrısı ile başvuran çocuk hastalarda kardiyak neden nadiren saptanır. Çocuklarda kardiyak kökenli (miyokardiyal hasar) nedenler arasında koroner arterlerde inflamasyon, sol koroner arterin pulmoner arterden çıkış anomalisi, koroner ostium stenozu sayılabilir. Bunlar ekokardiyografi veya anjiografik olarak saptanabilir. Son zamanlarda daha fazla tanı konulan nispeten daha az bilinen miyoperikardit çocuklarda göğüs ağrısı ve miyokardiyal hasarın bir nedenidir. Miyoperikardit birincil olarak perikart hastalığıdır. Fakat beraberinde miyokardit oluşabilir. Miyokardiyal etkilenme miyokardiyal hasara ve kardiyak enzimlerin yükselmesi ile sonuçlanır. Göğüs ağrısı ile başvuran bir çocukta kardiyak enzimlerin yüksekliği (miyoglobin, troponin I, kreatinin kinaz-CK, CK-MB) varlığında miyoperikardit ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Çocuklarda miyoperikardit idiyopatik, kardiyotropik virüsler, aşı veya ilaçlara bağlı olarak oluşabilir. Antienflamatuar ilaçlar ile semptomlar sıklıkla kontrol altına alınır. Nadiren ölüme neden olabilir. Bu yazıda göğüs ağrısı ile başvuran kardiyak enzimlerinde yükseklik saptanan anjiografi ile akut koroner sendrom dışlanan ve antienflamatuar tedaviye yanıt veren bir hasta sunulmuştur.
Children presenting with chest pain are rarely diagnosed with cardiac issues. The cardiac issues (myocardial injury) of chest pain in pediatric cases include inflammation of the coronary arteries, anomalous origin of the left coronary artery from the pulmonary artery, and stenosis of coronary ostium. These conditions can be diagnosed through echocardiography or angiography. Myopericarditis, a relatively lesser known condition, which has been more commonly diagnosed in recent years, is a cause of chest pain and myocardial injury in pediatric patients. Myocarditis is primarily a disease of the pericardium; however, it can be accompanied by myocarditis. Myocardial involvement results in myocardial injury and elevation in cardiac enzymes. The finding of elevated cardiac enzymes (myoglobin, troponin I, creatinine kinase-CK, CK-MB) in a pediatric case presenting with chest pain should bring to mind myopericarditis in differential diagnosis. Myopericarditis in children can be idiopathic or caused by cardiotrophic viruses, vaccines, or drugs. Anti-inflammatory treatment usually controls the symptoms. Death rarely occurs. The current study reports a patient who presented with chest pain and elevated cardiac enzymes, and who responded to anti-inflammatory treatment after ruling out acute coronary syndrome through angiography.