E-ISSN: 2822-6771
Volume : 4 Issue : 1 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 4 (1)
Volume: 4  Issue: 1 - 2012
RESEARCH ARTICLE
1.The effects of addition of GnRH antagonist in İnfertile Patients Who were Treated with Gonadotrophin
İbrahim Polat, Alida Hasbajrami, Gonca Yıldırım, Volkan Ülker, Vuslat Lale Bakır, İsmet Alkış, Ali İsmet Tekirdağ
doi: 10.5222/JOPP.2012.001  Pages 1 - 9
AMAÇ: Kontrollü ovaryan stimulasyon ve intrauterin inseminasyon planlanan hastalarda, ovulasyon indüksiyon protokolüne GnRHant ilavesinin siklus ve gebelik oranları üzerine etkisinin araştırılması.
YÖNTEMLER: Açıklanmayan infertilite ve PKOS tanısı alan 47 hastada 56 siklusda çalışma yapıldı. Kontrol grubunda 22 hastaya 26 siklusda rFSH kullanılarak düşük doz step-up protokolü ile ovulasyon indüksiyonu ve İUİ uygulandı. Antagonist grubunda 25 hastaya 30 siklusda düşük doz step-up protokolüyle rFSH’a ilave olarak multidoz GnRHant (esnek protokolü) kullanılarak ovulasyon indüksiyonu ve İUİ uygulandı. Çalışma: Randomize kontrollü çalışma çalışma. Mayıs 2010 ile mayıs 2011 tarıhleri arasında Sağlık Bakanlığı Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Etik Kurulunun 12.06.2009 tarihli ve 254 sayılı kararı ile başlatılmıştır.
BULGULAR: İndüksiyon gün süresi, kullanılan ortalama rFSH miktarı (IU), folikül sayısı, hCG günü E2 düzeyi ve endometrial kalınlık açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Antagonist ilave edilen grupta erken LH piki %3.3 ve kontrol grubunda %34.6 saptanmış olup antagonist grubunda erken LH piki anlamlı olarak ( P 0.002) daha az görüldü. Siklus başına gebelik oranları, antagonist grubunda %10 ve kontrol grubunda %7.7 olup iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (P 0.763).
SONUÇ: GnRHant’lerin ovulasyon indüksiyon protokolüne ilavesi ile, erken LH piki anlamlı olarak azalmasına rağmen gebelik sonuçlarında anlamlı bir etkisi olmamıştır.
OBJECTIVE: The aim of this study is to invastigate the cycle outcomes and pregnancy rates in infertile patients treated with GnRHantagonist added gonadotropins followed by intrauterin insemination ( IUI).
METHODS: We analysed the data on IUI cycles starting from may 2010 to may 2011 in 56 cycles of 47 patients diagnosed with unexplained infertility and polycyctic ovary syndrome (PCOS) with current guidelines (RCOG and Rotterdam Concensus 2003 ).All patients were treated with recombinant FSH in a low dose step up regimen starting on Day 2-4. 25 women in the antagonist group, GnRH antagonist was added when one or more follicles of 14 mm diameter or more were visualized in 30 cycles.In the control group there were 22 women treated with only recombinant FSH in 26 cycles. When at least one follicle reached a size of ≥18 mm, ovulation was induced by hCG injection. A single IUI was performed 36 hours later. Study: It is a randomised controlled trial starting from may 2010 to may 2011, with the verdiction of Health Ministery Bakırkoy Gynecology and Obstetrics and Paediatrics education and research hospital ethics commitee dated 12/06/2009 and numbered 254.

RESULTS: rFSH amount, number of follicules, E2 level in the hCG day and endometrial thickness were not significantly different between the antagonist group and the control group. Also there was statistically no difference in the induction period time. Mean early LH peak was observed in %3.3 of cases of antagonist group, while it was %34.6 in the control group, showing that the early LH peak was statistically lower in the antagonist group (p: 0.002) but there was no statistical difference in the pregnancy rate for cycle between the two groups, as %10 in the antagonist and %7.7 in the control group (p: 0.763).
CONCLUSION: Adding GnRH antagonist in cycles with rFSH followed by IUI has significant effect on early LH surge, but it does not increase pregnancy rates.

2.Importance of normal endometrial cells detected on cervical pap smear in women over 40 years
Remzi Atılgan, Abdullah Boztosun, Salih Burçin Kavak, Şehmus Pala, Mehmet Reşat Özercan
doi: 10.5222/JOPP.2012.010  Pages 10 - 15
AMAÇ: Bu çalışmada 40 yaş üzerindeki premenopozal ve postmenapozal kadınların Pap smear taramasında tespit edilen normal endometriyal hücrelerin ( NEH ) endometriyal bozukluklarla ilişkisini araştırdık
YÖNTEMLER: Bu çalışmaya Pap smear taramasında NEH bulunan 15 postmenopozal ve 9 premenopozal olgu dahil edildi. Toplam 24 olguya probe küretaj ile endometriyal biyopsi yapıldı. Alınan örnekler ayrı kaplarda formol içine konularak patoloji laboratuvarına gönderildi. Tüm histopatolojik incelemeler aynı patoloji laboratuvarında ve tek patolog tarafından yapıldı.
BULGULAR: Tüm olgularda tespit edilen tanılar sırası ile, atipisiz hiperplazi 8 ( % 33, 33 ), atrofik endometriyum 5 ( % 20, 83 ), endometriyal polip 4 ( % 16, 66 ), proliferatif endometriyum 3 ( % 12, 50 ), atipili hiperplazi 2 ( % 8, 33 ) ve sekretuvar endometriyum 2 ( % 8, 33 ) idi. Postmenapozal kadınlarda polip görülme sıklığı premenopozal dönemdeki kadınlardakine göre daha yüksek ( % 20’ ye karşılık % 11,1 ) idi. Toplam 2 ( % 8,3 ) olguda atipi tespit edildi. Pap testte NEH varlığı, postmenopozal kadınlarda % 66.7 oranında polip ve endometrial hiperplazi ile birliktelik göstermekteydi. Bu oran premenopozal dönemdeki olgularda % 44.4 idi. Kanser olgusu tespit edilmedi.
SONUÇ: 40 yaş üzerindeki kadınlarda Pap testte NEH' lerin görülmesi endometriyal patolojilerle ilişkili olabilir. Servikal smearda NEH dikkate alınmalı ve bu kadınlarda endometriyal bozuklukların olabileceği akılda tutulmalıdır.
OBJECTIVE: We evaluated association of normal endometrial cells (NECs), those detected on Pap smear screening of pre- and post-menopausal women over 40 years, to endometrial abnormalities.
METHODS: This study recruited 15 post-menopausal and 9 pre-menopausal cases, with BEC on Pap smear screening. Overall, 24 cases underwent endometrial biopsy by probe curettage. Obtained specimens were sent to pathology laboratory in individual containers after placing formaldehyde. All histopathological evaluations were performed by a single pathologist at the same pathology laboratory
RESULTS: Diagnoses made were hyperplasia without atypia in 8 (33.33%), atrophic endometrium in 5 (20.83%), endometrial polyp in 4 (16.66%), proliferative endometrium in 3 (12.50%), hyperplasia with atypia in 2 (8.33%) and secretory endometrium in 2 cases (8.33%), respectively. Polyp incidence was higher in postmenopausal women than those in premenopausal women (20.0% vs. 11.1%). Atypia was detected in overall 2 cases (8.3%). Presence of NEH in Pap smear was associated to polyp or endometrial hyperplasia at a rate of 66.7% in postmenopausal women. This rate was 44.4% in premenopausal cases. No cancer case was detected.
CONCLUSION: Presence of NECs on Pap smear of pre- and postmenopausal women over 40 years may be associated to endometrial abnormality. NEC in cervical smear should be considered and it should be keep in mind that there may be endometrial abnormality in these women.

3.Amiel-Tison Neurological Assessment (ATNA) of 97 preterm infants and the relation between ATNA and perinatal risk factors
Tutku Özdoğan, Yasemin Şenel, Sultan Kavuncuoğlu
doi: 10.5222/JOPP.2012.016  Pages 16 - 23
AMAÇ: Bu çalışmada Sağlık Bakanlığı Süleymaniye Doğum ve Kadın hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde (YYBÜ) takip edilen 97 prematüre bebeğin, düzeltilmiş 12-24 aylar arasındaki gelişimsel değerlendirmeleri Modifiye Amiel Tison nörolojik muayene yöntemi ile yapılmış ve risk faktörleriyle karşılaştırılmıştır
YÖNTEMLER: Hastanemizde 2008 – 2009 yıllarında YYBÜ’de takip edilen 36 gestasyon haftasından küçük 97 prematüre bebeğe düzeltilmiş yaşı 12-24 ay arasında Modifiye Amiel Tison testi uygulanmış, prenatal, natal ve postnatal dönemlerine ait risk faktörleri bilgisayar veri tabanından ve hasta dosyalarından elde edilerek aralarındaki ilişki araştırılmıştır. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Riskli prematüre bebeklerin oluşturduğu çalışma grubumuzun doğum tartıları 560 gr ile 2480 gr arasında değişmekte olup, ortalaması 1381.96±431.88 gramdır.
Gestasyonel yaşları 26 hafta ile 36 hafta arasında değişmektedir ve ortalaması 30.75±2.26 haftadır. Gestasyonel yaş dağılımına bakıldığında; bebeklerin %21.6’sının 28 hafta ve altında oldukları görülürken, %57.7’sinin 29 ile 32. haftalar arasında, %20.6’sının ise 33. hafta ve üzerindedir. Bebeklerin %56.7’si kız, %43.3’ü erkektir.
Modifiye Amial-Tison muayenesine göre olguların %81.4’ünün normal olduğu saptanmıştır. %12.4’ünde sekel olmaksızın yetersizlik, %6.2’sinde sekelle birlikte yetersizlik mevcuttur. Hastaların gestasyon yaşına,antenatal steroid yapılma durumuna, BPD ve çoğul gebelik varlığına ve yoğun bakımda kalış süresine göre Amial-Tison skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
SONUÇ: Pediatrik nöroloji uzmanının olmadığı ve riskli bebeklerin takip edildiği birimlerde modifiye Amiel- Tison nörolojik muayenesi güvenilir ve geçerli olduğu için uzun dönem prognoz hakkında bilgi vermektedir. Beş dakika kadar sürede tamamlanabilen bu yöntemle prematüre bebeklerin gelişimsel sorunlarınnın önceden tahmin edilerek belirlenmesi, uygun rehabilitasyon desteğinin verilmesi ve tedavilerinin planlanması sakatlıkların önlenmesi açısından çok önemlidir. Ülkemizde bu bebeklerin uzun süreli izlemi için gerekli fizik ve teknik altyapının ve programların oluşturulması ve bu bebeklerin okul çağı ve adolesan döneme kadar uzun süreli izlemi ülkemizde bu konuda yeterli verilerin oluşmasını sağlayacaktır.
OBJECTIVE: Changes in perinatal management have led to improved survival of extremely low birth
weight (ELBW) infants in recent years.There have been concerns that the new survivors are at increased risk for neurodevelopmental disability. The Amiel-Tison Neurological Assessment (ATNA) is part of a set of three different instruments based on a neuro-maturative framework. Our aim was to look at neurodevelpmental outcomes by Amiel-Tison Neurological Assessment and to determine the relation betwen the risk factors at 12 to 24 months’ corrected age for infants of <37 weeks gestational age who were born in Suleymaniye Maternity Teaching Hospital between 2008-2009 years.
METHODS: Ninty seven infants between 26-37 weeks gestational age were evaluated for prenatal, natal and postnatal factors and examined according to Amiel-Tison Neurological Assessment scale. Demographic data of all infants were recorded. SPSS 17,0 was used for statistical analysis.
RESULTS: The median birth weight and gestational age of infants were 1382 gr ( 560-2480) and 31 weeks (26-37) respectively. While more than half of the babies were between 29-32 weeks (% 58 ), %22 were below 28 weeks gestational age. Among the study population % 43 were males.According to ATNA scale % 81.4 of infants were normal. Insufficiency without disability was present in % 12.4 and insuffiency with disability was present in % 6.2 of the infants.
There was not correlation between ATNA scale and gestational age, multiple gestation, administration of antenatal steroids and length of stay.

CONCLUSION: The ATNA may be used in clinical setting and in research. Efforts to further decrease neonatal morbidity should continue to improve the outcomes of preterm children.

4.Evaluation of etiologic factors and prognosis in children with recurrent pneumonia
Özden Türel, Selin Tahmiscioğlu, Rengin Şiraneci, İsmail Gönen, Çiğdem Aydoğmuş, Hüsem Hatipoğlu
doi: 10.5222/JOPP.2012.024  Pages 24 - 30
AMAÇ: Bu çalışmada tekrarlayan pnömonili çocuklarda etiyolojik nedenlerin belirlenmesi ve prognoz üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Ocak 2005 ve Ocak 2009 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk kliniklerinde pnömoni tanısı ile yatırılan hastaların hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek tekrarlayan pnömonili olgular çalışmaya alınmıştır. Olguların yaş, cinsiyet, hastanede yatış sayısı, altta yatan hastalıklar, büyüme gelişme geriliği ve mortalite oranı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Dört yıllık sürede hastanemizde pnömoni sebebiyle yatan 3650 pediatrik hastanın 92’sinde (%2.5) tekrarlayan pnömoni tespit edilmiştir. Etiyolojik faktörlerin belirlenebildiği 66 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Olguların yaş ortalaması 4.1±2.88 yıl olup %53’i erkektir. Altta yatan hastalık olarak astım bronşiale %27.3, nöromotor gelişme geriliği %24.2, gastroözofajiyal reflü (GÖR) %19.7 oranında bulunmuştur. Olguların 19 (%28.8)’unun ≥7 kez pnömoni geçirdiği ve 28 (%42.4)’inin ≥ 5 kez hastanede yattığı tespit edilmiştir. Büyüme geriliği 40 hastada (%60.6) saptanmıştır. Mortalite oranı % 9.1 olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Tekrarlayan pnömonili olguların %71.7’sinde altta yatan hastalık tespit edilebilmiştir. Etiyolojik faktörler arasında en sık astım bronşiale ikinci sıklıkta ise nöromotor gelişme geriliği gelmektedir. Pnömoni geçirme ve pnömoni sebebiyle hastane yatış sayısı en fazla bağışıklık yetersizliği olan olgularda, büyüme gelişme geriliği ise en fazla nöromotor hasarı olan olgular ve kistik fibrozlu olgularda görülmüştür. Mortalite oranı nöromotor gelişim geriliği olan hastalarda en yüksek bulunmuştur (% 25).
OBJECTIVE: The aim of our study was to evaluate etiological factors leading to recurrent pneumonia in children and to determine their role in prognosis.
METHODS: Patients records of children hospitalized in Bakirkoy Maternity and Children’s Hospital between January 2005 and January 2009 with a diagnosis of pneumonia were evaluated retrospectively. Only recurrent pneumonia cases with a defined etiology were included in the study. Age, sex, underlying illnesses of cases, number of pneumonia events and hospitalization for pneumonia, growth failure and mortality rate were evaluated.
RESULTS: Among 3650 patients with a diagnosis of pneumonia during the four year period, 92 (2.5%) were diagnosed as recurrent pneumonia. Etiological factors could be defined in 66 patients. Mean age was 4.18 years and 53% of patients were male. The diseases associated with recurrent pneumonia were asthma (27.3%), neuromotor retardation with aspiration syndrome (24.2%), gastroesophageal reflux (19.7%), congenital cardiac defects (19.7%), cystic fibrosis (7.6%), immune disorders (4.5%) and malignity (4.5%) in our study. 19 cases (28.8%)had pneumonia ≥7 times and 28 cases (42.4%) were hospitalised ≥ 5 times for pneumonia. Growth failure was detected in 40 patients (60.6%). Mortality rate was 9.1 %.
CONCLUSION: An underlying illness could be defined in 71.7% of patients: most commonly asthma and neuromotor retardation. Pneumonia attack rate and number of hospitalization were highest in patients with immune defficiency. Growth failure was most prominent in patients with neuromotor retardation and cystic fibrosis. Mortality rate was highest among patients with neuromotor retardation (25%).

5.The Effect Of Early Intense Parenteral Feeding On Early Prognosis In Very Low Birth Weight Preterms
Esin Yıldız Aldemir, Sibel Özbek, Sultan Kavuncuoğlu, Burcu Cebeci, Erkut Öztürk
doi: 10.5222/JOPP.2012.031  Pages 31 - 38
AMAÇ: Geç dönemde düşük protein ve lipit ile beslenen çok düşük doğum ağırlıklı prematürelerle erken dnemde yüksek protein ve lipit başlanan aynı özellikteki prematürelerin prognozunu araştırmaktı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 1500 gram altında doğan prematüreler alındı. Protein desteği ilk 48 saatten sonra, lipit desteği 7. günden sonra total parenteral sıvısına eklendi. Bu beslenmeye ‘Geç Parenteral Beslenme’ adı verildi. Grup II’deki olgular ilk 24 saatte 2 gr/kg/gün protein başlanıp ikinci gün 3.5 gr/kg/gün’e çıkılan, lipit komponenti ise 24-48 saatte 1 gr/kg/gün başlanarak hızla 4 gr/kg/gün’e ulaşan prematürelerdi. Bu parenteral beslenme şekline ‘Erken Yoğun Parenteral Beslenme’ adı verildi. Her iki gruptaki bebeklerin gebelik haftası (GH), doğum ağırlığı (DA), cinsiyet, doğum şekli, parenteral beslenme zamanı, protein ve lipit başlanma zamanları, kalsiyum- fosfor desteği alıp almadıklar, parenteral beslenme süreleri, enteral beslemeye başlama yaşı, doğum ağırlığını yakalama günü, anne sütü zenginleştirici alıp almadıkları, yatış süreleri ve taburculuk sırasında ağırlık, boy ve baş çevre özellikleri kaydedildi.
BULGULAR: Gruplar arasında doğum şekli, doğum ağırlığı, cinsiyet açısından istatistiksel fark yoktu. Grup I’deki %46 bebeğe, grup II de %89.5 bebeğe lipit kullanıldı. Doğum kilosuna ulaşma süresi ve enteral beslenme başlangıç zamanı, tam enteral beslenmeye geçiş süresi, kalsiyum, alkalen fosfataz, protein, albumin ve trigliserit düzeyleri arasında gruplar arasında belirgin istatistiksel fark saptandı. Yatış süresi, taburculuk ağırlık, boy ve baş çevresi ölçümleri arasında fark yoktu.
SONUÇ: Erken yoğun parenteral beslenme özellikle çok düşük doğum ağırlıklı (<1500 g) bebekler için büyük önem taşımaktadır. Çalışmamızda erken yoğun parenteral beslenen grupta doğum kilosuna ulaşma süresini ve enteral beslenmeye geçiş süresini daha kısa bulduk.


OBJECTIVE: To compare the prognosis in very low birth weight preterms being started late onset low protein and lipid feeding with early onset high protein and lipid feeding.
METHODS: Group 1 consisted of preterms with parenteral protein support after 48 hours and lipid support after 7 days. This type of feeding was named as late parenteral feeding. In group 2, protein supplement was started as 2 gr/kg/dy in the first 24 hrs and increased to 3.5 gr/kg/dy in the 2nd day, lipids were started as 1 gr/kg/dy in the first 24-48 hrs and increased to 4 gr/kg/dy rapidly. This type of feeding was named as early intense parenteral feeding.

RESULTS: 125 preterms were evaluated in group1 and 151 preterms in group 2. There was no statistically significant difference regarding the way of birth, birth weights and gender. Lipid supplements were given 46% of group 1 and 89.5% of group 2.
Urea was found to be significantly high in group 2. The catch-up time of birth weight, age at the begining of enteral feeding, timing of full enteral feeding, levels of calcium, alkaline phosphatase, protein, albumin and triglyceride levels were significantly different between groups. Duration of hospital stay, height, weight and head circumferences during hospital discharge were similar between groups.

CONCLUSION: The catch-up time of birth weight and time to pass to full enteral feeding were significantly short in the second group.

CASE REPORT
6.Importance of Ovarian Crescent Sign in Preoperative Determination of Malignant Adnexal Mass
Yavuz Emre Şükür, Vugar Bayramov, Korhan Kahraman, Bülent Berker
doi: 10.5222/JOPP.2012.039  Pages 39 - 42
Over kanseri mortalite ve morbiditesi en yüksek jinekolojik kanserdir. Bununla birlikte, asemptomatik kadınlarda etkili bir tarama yöntemi mevcut değildir. Ancak özellikle postmenopozal kadınlarda sonomorfolojik bulgular adneksiyel kitlelerin benign-malign ayırımında önem kazanmaktadır. Ultrasonografide kitlenin heterojen ekoda olması, septalı olması, papiller oluşumlar içermesi, düzensiz kenarlı olması ve eşlik eden serbest abdominal sıvı olması önemli malignite kriterleridir. Adneksiyel kitle etrafında ovaryen hilal işaretinin izlenmemesi ise tek başına önemli bir ultrasonografik malignite kriteridir. Bu olgu sunumunda, 60 yaşında vajinal kanama ile başvuran ve transvajinal ultrasonografi ile heterojen adneksiyel kitle saptanan ancak kitle etrafında hiç normal over dokusu saptanmayan bir olgunun yönetimi tartışılacaktır.
Among gynecological malignancies ovarian cancer is the leading cause of morbidity and mortality. However, an efficient screening test is still absent for asymptomatic women. But, sonomorphological signs appear to be important in distingushing benign and malignant adnexal masses especially for postmenopausal women. The major sonographic malignancy criteria are heterogenous echo, presence of septae, presence of papillae, irregular borders, and presence of free abdominal fluid. Together with these, absence of ovarian crescent sign is the single important sonographic malignancy criteria. Herein, we present a 60 years old patient admitted with vaginal bleeding in which transvaginal ultrasonography determined a heterogenous adnexal mass without ovarian crescent sign.

7.Multiple pterygium syndrome: case report
Ali Karaman, Zeynep Türkyılmaz, Hasan Kahveci, Tuba Demirci, F. Necati Arslan
doi: 10.5222/JOPP.2012.043  Pages 43 - 45
Multiple pterjium sendromu (MPS) anormal yüz görünümü ve antekübital, servikal, popliteal, interdigital alanlarda ve boyunda deri katlantıları, eklemlerde fleksiyon kontraktürü ile karakterize nadir konjenital bir bozukluktur. Bu yazıda, MPS’li bir hasta sunulmuş, klinik özellikleri literatür eşliğinde tartışılmıştır. Parmak aralarında, her iki el ve popliteal bölgesinde pterjiumlar, ve multipl eklem kontraktürleri olan bir yenidoğan değerlendirildi.
Multiple pterygium syndrome (MPS) is a rare congenital disorder characterized by abnormal facial appearance and skin folds on antecubital, cervical, popliteal, neck and interdigital areas and flexor contractures of joints. In this article, a patient with MPS were presented and the clinical features were discussed in the light of the literature. A newborn who had ptergium in his interdigital areas, both hand and popliteal regions and multipl joint contracture was evaluated. This patient is the first case with multiple features of the MPS syndrome in the hospital.