E-ISSN: 2822-6771
Volume : 16 Issue : 1 Year : 2024
Quick Search
COMPREHENSIVE MEDICINE - : 16 (1)
Volume: 16  Issue: 1 - 2024
1.Front Matter

Pages I - III

2.Editorial
Mustafa Kadıhasanoğlu
Page IV

RESEARCH ARTICLE
3.Evaluation of the Relationship Between Lower Urinary Tract Symptoms Secondary to Benign Prostatic Hyperplasia, Depression and Quality of Life
Yaşar Pazır, Hüseyin Koçan, Taha Burak Bulut, Emre Arı, Semih Aktaş, Mustafa Kadıhasanoğlu
doi: 10.14744/cm.2023.08370  Pages 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, benign prostat hiperplazisine (BPH) ikincil alt üriner sistem semptomları (AÜSS) ile depresyon ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışmaya, Eylül 2019 ile Ekim 2023 tarihleri arasında BPH'ye ikincil AÜSS tanısı alan 40 yaş üstü 312 erkek hasta dahil edildi. Uluslararası Prostat Semptom Skoru (IPSS), Beck Depresyon Envanteri (BDI), ve kısa form sağlık araştırması (SF-36) anketleri sırasıyla AÜSS, depresif belirtiler ve yaşam kalitesini değerlendirmek için kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların 46'sında (%15) depresyon tespit edildi. Depresyonlu hastalarda IPSS toplam skoru, depolama ve işeme alt skorları depresyonu olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek, SF-36 yaşam kalitesi skorları ise anlamlı olarak düşük bulundu. Orta ila şiddetli AÜSS'si olan hastalarda depresif belirtiler daha şiddetliydi (9,2±7,3'e karşı 6,7±6,3, p=0,011). IPSS toplam, depolama ve işeme alt skorları BDI skorları ile pozitif, yaşam kalitesi skorları ile çoğunlukla negatif korelasyon gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, BPH'ye ikincil orta ila şiddetli AÜSS'si olan erkeklerin, hafif semptomatik olanlara göre daha şiddetli depresif semptomlara ve daha düşük yaşam kalitesine sahip olduğunu gösterdi. AÜSS'nin şiddetinin artması depresif belirtileri kötüleştirmekteydi. Ayrıca depresyon daha şiddetli AÜSS ile ilişkiliydi.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate the relationship between lower urinary tract symptoms (LUTS) secondary to benign prostatic hyperplasia (BPH), depression, and quality of life (QoL).
METHODS: his cross-sectional study included 312 male patients over the age of 40 who were newly diagnosed with LUTS secondary to BPH between September 2019 and October 2023. LUTS, QoL, and depressive symptoms were assessed with the International Prostate Symptom Score (IPSS), short- form health survey (SF-36), and Beck Depression Inventory (BDI) questionnaires, respectively.
RESULTS: Depression was detected in 46 (15%) patients. While IPSS total score, storage and voiding subscores were found to be significantly higher in cases with depression than in those without depression, SF-36 QoL scores were significantly lower. Depressive symptoms were more severe in patients with moderate to severe LUTS (9.2±7.3 vs 6.7±6.3, p=0.011). IPSS total, voiding and storage subscores were positively correlated with BDI scores and mostly negatively correlated with QoL scores.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study showed that subjects with moderate to severe LUTS due to BPH had more severe depressive symptoms and a lower QoL than those who were mildly symptomatic. Increasing the severity of LUTS worsens depressive symptoms. Also, depression is associated with more severe LUTS.

4.Radiotherapy Outcomes in Adults with H3K27M-Altered Midline Gliomas and Poor Performance Status
Esengül Koçak Uzel, Melisa Bağcı Kılıç, Metin Figen, Meltem Kirli Bölükbaş, Ömer Uzel
doi: 10.14744/cm.2024.02411  Pages 8 - 12
GİRİŞ ve AMAÇ: H3K27 mutasyonu, orta hat glioma tanılı hastalarda önemli bir moleküler özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu genetik değişiklik, tümörün biyolojisini etkileyerek tedavi stratejilerini belirlemede önemli bir rol oynayabilmektedir. Bu çalışmada, H3K27M mutasyonu taşıyan performans durumu kötü orta hat glioma tanılı erişkin hastalarda radyoterapi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2019 ve 2021 yılları arasında, radyoterapi +/- temozolomid ile tedavi edilen histolojik olarak verifiye edilmiş H3K27M mutasyonu taşıyan orta hat glioma tanılı 13 hasta retrospektif olarak analiz edildi. Klinik ve radyolojik olarak tedavi yanıtları, sağkalım süreleri ve prognostik faktörler değerlendirildi. Tüm hastalara 25-40 Gy dozunda hipofraksiyone radyoterapi uygulandı.
BULGULAR: Hastaların medyan yaşı 42 (19 - 55) idi. Karnofsky performans skorları 50 -70 arasında değişmekte olup, medyan 50 idi. 7 hastaya 5 fraksiyonda 25 Gy (%53,8), 3 hastaya 13 fraksiyonda 39 Gy (%23,1) ve 3 hastaya (%23,1) 15 fraksiyonda 40 Gy olmak üzere tüm hastalara hipofraksiyone radyoterapi uygulandı. Tedavi cevabı klinik olarak değerlendirildiğinde, iki hastada (%15,4) semptomatik iyileşme görülürken, beş hasta (%38,8) stabil idi ve altı hastada (%46,2) nörolojik kötüleşme görüldü. Tedavi cevabı radyolojik olarak değerlendirildiğinde ise, bir hastada kısmi yanıt elde edildi, altı hasta (%46,2) stabil iken üç hastada (%23,1) radyolojik olarak progresyon saptandı. Ortalama progresyonsuz sağkalım ve ortalama genel sağkalım süresi sırasıyla 123 ve 154 gündü. Karnofsky Performans skorunun 50 olmasının daha kötü prognozla ilişkili olduğu bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlar, H3K27M mutasyonu taşıyan performans durumu kötü orta hat glioma tanılı erişkin hastalarda radyoterapinin etkinliğinin sınırlı olabileceğini düşündürmektedir. Optimal tedavi stratejilerinin daha kapsamlı anlaşılması için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Treatment of H3K27M-altered midline gliomas is a significant challenge. This study aims to assess the efficacy of radiotherapy for these patients.
METHODS: Thirteen patients with histologically confirmed H3K27M-altered midline glioma, treated with radiotherapy +/- temozolomide be- tween 2019 and 2021, were retrospectively analyzed. Clinical and radiological responses, survival times, and prognostic factors were evaluated. All patients were treated with hypofractionated radiotherapy, with a dose of 25-40 Gy.
RESULTS: The median age was 42 years (ranging from 19 to 55). Karnofsky Performance Status scores ranged from 50 to 70, with a median score of 50. Hypof- ractionated radiotherapy was administered to all patients, with 25 Gy given in 5 fractions to 7 patients (53.8%), 39 Gy in 13 fractions to 3 patients (23.1%), and 40 Gy in 15 fractions to 3 patients (23.1%). Clinically, two patients (15.4%) showed symptomatic improvement, five patients (38.8%) remained stable, and six patients (46.2%) had neurological deterioration. Radiologically, one patient had a partial response, six patients (46.2%) had stable disease, and radiological progression occurred in three patients (23.1%). The median progression-free survival and median overall survival time were 123 and 154 days, respectively. Karnofsky Performance Status 50 was associated with a worse prognosis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: These results suggest that the efficacy of radiotherapy might be limited for adults with H3K27M-altered midline gliomas with poor performance status. New studies are necessary for a more comprehensive understanding of effective therapeutic strategies.

5.Diagnostic Effectiveness of High-Resolution T2-Weighted Magnetic Resonance Imaging in Restaging Rectal Cancer After Neoadjuvant Chemoradiotherapy
Ümmihan Topal, Hakan Yırgın, Nermin Gündüz, Yasin Kara, Serhan Yılmaz, Erkan Somuncu, Gülseren Yılmaz, Ayça Sultan Şahin, Ali Kocataş
doi: 10.14744/cm.2024.07269  Pages 13 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Tedavi planlaması neoadjuvan kemoradyoterapi (nCRT) sonrasında rektum kanserinin evrelenmesine bağlıdır. Doğru ve pratik bir radyolojik tanımlama önemlidir. Bu makalede, nCRT ile tedavi edilen lokal ileri rektum kanserinin yeniden evrelendirilmesinde yüksek çözünürlüklü T2 ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme (hT2W-MRI) dizisinin teknik başarısını analiz ettik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, 2020 ile 2022 yılları arasında ameliyat olan, rektum MR çektiren ve rektum kanseri nedeniyle nCRT alan 19 hastayı (ortalama yaş = 56, aralık = 37-76) içeriyordu. Kesin ameliyatın ardından MRI verileri ilgili histolojik incelemelerle karşılaştırıldı.
BULGULAR: Patolojik evresi T3 olan tüm tümörlerin tamamı hT2W-MRI ile doğru şekilde tahmin edildi (%100, 5/5). hT2W-MRI, patolojik evreleri T4a ve T4b olan dört hastadan üçünü (%75) doğru bir şekilde öngördü. Lenf nodu pozitifliği de hesaba katıldığında hT2W-MRG öngörü oranı %42,1 (8/19) idi. hT2A-MRI, çevresel rezeksiyon sınırı (CRM), peritoneal refleksiyon tutulumu ve ekstramural venöz invazyonu olan tüm tümörleri doğru bir şekilde öngördü. HT2W-MRI'nin patolojik yanıtı (rezidüel tümör) öngörmedeki başarısı yüksekti (%89,5, 17/19).
TARTIŞMA ve SONUÇ: HT2A-MRI sekansının rutin pelvik MRG inceleme sekanslarına dahil edilmesi, hem rezidüel tümörün tanımlanması hem de nCRT sonrasında rektum kanserinin evrelendirilmesi açısından avantajlı olacaktır.
INTRODUCTION: The staging of rectal cancer after neoadjuvant chemoradiotherapy (nCRT) influences treatment planning. It is critical to have an accurate and practical radiological identification. The technical success of a high-resolution T2-weighted magnetic resonance imaging (hT2W-MRI) sequence in restaging locally progressed rectal cancer treated with nCRT was investigated in this study.
METHODS: The study included 19 patients (mean age=56, range=37–76) who had rectal cancer surgery between 2020 and 2022, a rectum MRI, and nCRT. Following surgery, MRI data were compared to relevant histological studies.
RESULTS: hT2W-MRI correctly predicted all cancers with pathological stage T3 (100%, 5/5). Three out of four patients (75%) with pathological stages T4a and T4b were correctly predicted by hT2W-MRI. When lymph node positivity was taken into account, the hT2W-MRI prediction rate was 42.1% (8/19). All tumors with a circumferential resection margin (CRM), peritoneal reflection involvement, and extramural venous invasion were appropriately predicted by hT2W-MRI. hT2W-MRI had a good success rate in predicting pathological response (residual tumor) (89.5%, 17/19).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Incorporating the hT2W-MRI sequence into routine pelvic MRI examination sequences can be beneficial for detecting residual tumor and staging rectal cancer after nCRT.

6.Unilateral Approach Bilateral Microdecompression for Degenerative Lumbar Spinal Stenosis
Luay Şerifoğlu, Mustafa Umut Etli
doi: 10.14744/cm.2024.46220  Pages 19 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Dejeneratif lomber spinal stenoz yaşlı hastalarda sırt ve bacak ağrısının sık görülen bir nedenidir. Dejeneratif spinal stenoz, intervertebral diskin şişmesi, eklem faset hipertrofisi, ligamantum flavumun kalınlaşması ve spondilolistezise bağlı olabilir. Bu çalışmanın amacı dejeneratif lomber spinal stenoz hastalarında tek taraflı yaklaşımla iki taraflı mikrodekompresyonun sonuçlarını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yürüme ile birlikte artan, sırt ve/veya bacak ağrısı olan 78 hastayı gözlemledik. Hastalar görsel analog skala (VAS), Oswestry Disability Index (ODI) skoru ve yürüme mesafesi (WD) ile skorlandı. Tüm spinal dar kanal seviyelerinde kullanılan cerrahi teknik, tek taraflı yaklaşımla iki taraflı mikrodekompresyondu. Tüm hastalar ameliyat öncesinde, ameliyat sonrası ikinci yılda sorgulandı ve muayene edildi.
BULGULAR: Yaş ortalaması 64,3±7,2 olan 39'u erkek, 39'u kadın toplam 78 hasta incelendi. Cinsiyet ve yaşa göre istatistiksel olarak anlamlılık yoktu. Ameliyat öncesi ortalama VAS, ODI ve WD değerleri 8,9±1,1, 65±17,20, 42±21,30 ve ameliyat sonrası ikinci yıl değerleri 1,2±0,23, 17±1,91, 1800±617,13 idi. Her üç parametre de ameliyat öncesi ve sonrası değerler karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bulundu(p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Lomber spinal stenoz tedavisinde tek taraflı yaklaşımla iki taraflı mikrodekompresyonun sonuçları tatmin edicidir çünkü karşı taraftaki dokuları kesip zarar vermeden minimal invaziv teknikle yeterli dekompresyon elde edebilirsiniz.
INTRODUCTION: Degenerative lumbar spinal stenosis is a frequent cause of back and leg pain in elderly patients. Degenerative spinal stenosis may be due to inter- vertebral disk bulging, joint facet hypertrophy, thickening of the ligamentum flavum, and spondylolisthesis. The aim of this study is to investigate the results of unilateral approach bilateral microdecompression for degenerative lumbar spinal stenosis patients.
METHODS: We observed 78 patients who have back and/or leg pain with neurogenic claudication. The patients were scored by visual analog scale (VAS), oswestry disability index (ODI) score, and walking distance (WD). The surgical technique used in all stenotic levels was unilateral approach bilateral microdecompression. All patients were questioned and examined before surgery, post-operative 2nd year.
RESULTS: Thirty-nine males and 39 females total of 78 patients with the mean age of 64.3±7.2 were investigated. There was no statistically significance accord- ing to gender and age. Pre-operative mean VAS, ODI and WD values were 8.9±1.1, 65±17.20, 42±21.30 and post-operative 2nd year values were 1.2±0.23, 17±1.91, 1800±617.13. All three parameters were found statistically significant when compared between pre-operative and post-operative values (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of the unilateral approach bilateral microdecompression for treating lumbar spinal stenosis are satisfying because you can achieve sufficient decompression with minimal invasive technique without dissecting and damaging the opposite side tissues.

7.The Relationship Between OR-PNI Score and Disease Course in Coronavirus-19 Infection
Mitat Türker, Iskender Ekinci, Yılmaz Önal, Hanişe Özkan, Betül Türker, Ahmet Çınar, Irem Kıraç Utku, Gülden Anataca, Ömür Tabak, Murat Akarsu
doi: 10.14744/cm.2023.30974  Pages 24 - 31
GİRİŞ ve AMAÇ: Prognostik Nutrisyonel İndex (PNI), fibrinojen/albumin oranı (FARI) ve OR-PNI skorları (ONI skoru, oksijen satürasyonu ve tomografi bulguları ile elde edilen) incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif gözlemsel çalışmaya 486 hasta dahil edilmiştir.
BULGULAR: FARI skorunun >18.08 olması %71.8 sensitivite ve %71.1 spesifite ile mortaliteyi öngördürmüştür.
PNI ve OR-PNI skorları için yapılan ROC analizinde p değerleri <0.001 olmakla birlikte AUC değerleri sırasıyla 0.151 ve 0.072 olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: FARI skoru mortaliteyi öngördüren bir parametre olup; PNI ve OR-PNI mortaliteyi öngördürmede başarısız olmuştur. Bunun yanında PNI ve OR-PNI değerlerinin hastalık seyri ile yakın bir ilişki içinde olduğu görülmüştür.
INTRODUCTION: Prognostic nutritional index (PNI), fibrinogen/albumin ratio index (FARI), and OR-PNI scores (obtained by using the PNI score, oxygen saturation, and computed tomography findings) were examined.
METHODS: This study was conducted with 486 patients.
RESULTS: A FARI score of >18.08 predicted mortality with a sensitivity of 71.8% and a specificity of 71.1%. In the receiver operating characteristic analysis for PNI and OR-PNI scores, p-values were <0.001, but the area under the curve values were found to be 0.151 and 0.072, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: FARI score is a parameter that predicts mortality; PNI and OR-PNI failed to predict mortality. In addition, PNI and OR-PNI values were found to be closely related to the course of the disease.

8.Comparison of Invasive and Non-Invasive Mechanical Ventilation in COVID-19 Patients Followed with Respiratory Failure
Döndü Genç Moralar, Ülkü Aygen Türkmen, Osman Çelik, Aleaddin Uluç, Serpil Şehirlioğlu Şahin
doi: 10.14744/cm.2023.14632  Pages 32 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 ile ilişkili en önemli komplikasyon, mekanik ventilasyon gerektiren solunum yetmezliğidir. Çalışmamızın amacı, solunum yetmezliği olan ve ventilasyon desteğine ihtiyaç duyulan COVID-19 hastalarında invaziv ve non-invaziv mekanik ventilasyon kullanımının oksijenizasyon üzerindeki etkinliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kullanılan ventilasyon desteğine göre hastalar, başlangıçta non-invaziv mekanik ventilasyon tercih edilenler (n=48) ve başlangıçta entübe edilerek invaziv mekanik ventilasyon uygulananlar (n=50) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların arteriyel kan gazı analizleri değerlendirildi. Oksijenizasyon ve ventilasyondaki değişiklikler, hipotansiyon ve hipertansiyon gibi komplikasyonların görülme sıklığı ve ölüm oranları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Non-invaziv ve invaziv mekanik ventilasyon ile tedaviye başlanan hastaların takiplerinde parsiyel arteriyel oksijen basıncı (PaO2) değerleri benzerdi. Ancak noninvaziv mekanik ventilasyon ile tedaviye başlanan hastalarda sağkalım oranı daha yüksekti. Parsiyel arteriyel karbondioksit basıncı (PaCO2) değerinin invaziv mekanik ventilasyon grubunda noninvaziv mekanik ventilasyon grubuna göre daha yüksek olması dikkat çekiciydi. Noninvaziv mekanik ventilasyon grubunda hipotansiyon veya hipertansiyon gibi komplikasyon insidansı daha azdı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her iki grupta PaO2 değerleri benzer olmakla birlikte noninvaziv ventilasyon tercih edilen hastalarda sağkalım oranının daha yüksek ve komplikasyon oranının daha düşük olduğu görüldü. Bu nedenle mümkün olduğunca noninvaziv ventilasyonun tercih edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.


INTRODUCTION: The most important complication associated with coronavirus disease-19 (COVID-19) is respiratory failure, which requires mechanical ventilation. The aim of our study is to evaluate the effectiveness of the use of invasive and non-invasive mechanical ventilation (NIV) on oxygenation in patients with COVID-19 who had respiratory failure and needed ventilation support.
METHODS: According to the ventilation support used, the patients were divided into two groups: Those for whom NIV was initially preferred (n=48) and those who were initially intubated and received invasive mechanical ventilation (n=50). Arterial blood gas analyzes of the patients were evaluated. The changes in oxygenation and ventilation, the incidence of complications such as hypotension and hypertension, and mortality rates were compared.
RESULTS: The partial arterial oxygen pressure (PaO2) values were similar during the follow-up of the patients who were initiated on treatment with NIV and those who were initiated on treatment with invasive mechanical ventilation. However, the survival rate was higher in the patients who were initiated on treatment with non-invasive mechanical ventilation. It was remarkable that the partial arterial carbon dioxide pressure value was higher in the invasive mechanical ventilation group than in the NIV group. The incidence of complications such as hypotension or hypertension was less in the non-invasive mechanical ventilation group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although PaO2 values are similar, it was found that the survival rate was higher and the complication rate was lower in the patients for whom NIV was preferred. Therefore, we think that NIV should be preferred as much as possible.

9.The Effects of Colchicine Treatment on Cardiac and Inflammatory Markers in COVID-19 Patients Followed Up in Intensive Care Unit
Mikail Akın, Kadir Arslan, Ebru Kaya, Ayça Sultan Şahin
doi: 10.14744/cm.2023.88597  Pages 39 - 44
GİRİŞ ve AMAÇ: Kolşisinin COVID-19 enfeksiyonu sırasında görülen sitokin fırtınasını ve kardiyak miyositlerdeki yangıyı azaltabileceği belirtilmiştir. Bu çalışmanın amacı tersiyer bir merkezin Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen COVID-19 hastalarında kolşisin tedavisinin kardiyak ve inflamatuar belirteçler üzerindeki etkisinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Nisan 2020 ile Haziran 2020 tarihleri arasında COVID-19 tanısıyla YBÜ’de takip edilen hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Orta-ağır düzeydeki COVID-19 hastalarında standart tedavi uygulanan hastalar kontrol grubu ve standart tedaviye ilk 48 saat içerisinde oral kolşisin eklenen hastalar kolşisin grubu olarak sınıflandırılarak analiz edildi.
BULGULAR: Çalışmaya kolşisin grubunda 39 ve kontrol grubunda 40 olmak üzere toplam 79 hasta dahil edildi. Demografik veriler ve komorbit hastalık mevcudiyeti gruplar arasında benzerdi. Ortalama YBÜ’de kalış süresi kolşisin grubunda 19.4±8, kontrol grubunda 14.7±7 gün idi. YBÜ’de kalış süresi kolşisin grubunda anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.017). C-reaktif protein (CRP), İnterlökin-6 (IL-6), troponin T ve D-dimer düzeyleri ve 28 günlük mortalite açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (%94.9 vs. %95, p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: YBÜ’de izlenen orta-ağır COVID-19 hastalarında yatış sonrası ilk 48 saat içinde standart tedaviye oral kolşisin eklenmesi hastaların klinik durumunu iyileştirmemiş, kardiyak ve inflamatuar belirteçler ve mortalite oranlarında azalma sağlamamıştır.
INTRODUCTION: It has been stated that colchicine can reduce the cytokine storm and inflammation in cardiac myocytes during COVID-19 infection. This study aims to investigate the effect of colchicine treatment on cardiac and inflammatory markers in COVID-19 patients followed in the intensive care Unit (ICU) of a tertiary center.
METHODS: Patients followed up in the ICU with the diagnosis of COVID-19 between April 2020 and June 2020 were evaluated retrospectively. Patients who received standard treatment in moderate-to-severe COVID-19 patients were analyzed by classifying them as the control group and patients who were added to the standard treatment within the first 48 h as the colchicine group.
RESULTS: A total of 79 patients, 39 in the colchicine group and 40 in the control group, were included in the study. Demographic data and the presence of comorbid disease were similar between groups. The mean length of stay in the ICU was 19.4±8 days in the colchicine group and 14.7±7 days in the control group. The length of stay in the ICU was found to be significantly higher in the colchicine group (p=0.017). There was no significant difference between the groups in terms of C-reactive protein, Interleukin-6, troponin T and D-dimer levels, and 28-day mortality (94.9% vs. 95%, p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Adding oral colchicine to the standard treatment within the first 48 h after hospitalization in moderate-to-severe COVID-19 patients followed in the ICU did not improve the clinical status of the patients. It did not reduce cardiac and inflammatory markers and mortality rates.

10.Pediatric Surgeons' Approaches to Postoperative Analgesia in Türkiye
Ela Erten, Gökhan Berktuğ Bahadır
doi: 10.14744/cm.2023.19480  Pages 45 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, Türkiye'deki çocuk cerrahlarının multimodal analjezi yaklaşımları ve pediatrik abdominal cerrahide rejyonel anestezi tekniklerinin kullanımı ile ilgili bilgi ve deneyimlerini değerlendirmektir. Çalışmada ayrıca Türkiye'de pediatrik abdominal cerrahide daha iyi ağrı yönetimi için neler yapılabileceğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Türkiye'de aktif olarak çalışan 825 çocuk cerrahisi uzmanı ve 204 asistan dahil edildi. Türk çocuk cerrahlarına e-posta ve WhatsApp aracılığıyla 27 sorudan oluşan bir anket dağıtıldı. Ankete verilen yanıtlara dayanarak, pediatrik abdominal cerrahilerde en sık kullanılan ameliyat sonrası analjezi yöntemlerini, ağrı kontrolü için multimodal analjezi yöntemlerinin tercih edilip edilmediğini ve bu tercihleri etkileyen nedenleri araştırmak istedik.
BULGULAR: Toplam 122 hekimden geri bildirim alındı. Katılımcıların %54,09'u 15 yıl veya daha uzun süredir çocuk cerrahisi uzmanı olarak çalışırken, %8,19'u asistan hekimdi. Katılımcıların %55,4'ünün birlikte çalıştığı anestezi uzmanları ameliyat sonrası analjezi yöntemi olarak sadece intravenöz (IV) ilaçları tercih ediyordu. Katılımcıların %70,8'inin kurumlarında pediatrik vakalarda ultrason eşliğinde karın ön duvarı bloğu deneyimlemediği tespit edilmiştir. Ayrıca, katılımcıların önemli bir kısmı (%82) multimodal analjezi konusunda eğitim eksikliği olduğunu bildirmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Veriler, pediatrik vakalarda multimodal analjezi yaklaşımının kullanılmasının önemine ilişkin farkındalık eksikliğini ortaya koymakta ve ortak çalışma ve eğitim programlarının potansiyel faydalarını vurgulamaktadır.
INTRODUCTION: This research aimed to evaluate the knowledge and experience of pediatric surgeons in Türkiye regarding multimodal analgesia approaches, and the use of regional anesthesia techniques in pediatric abdominal surgery. The research also aimed to investigate what can be done for better pain management in pediatric abdominal surgeries in Türkiye.
METHODS: The study sample included 825 active pediatric surgery specialists and 204 resident physicians in Türkiye. A questionnaire consisting of 27 questions was distributed to Turkish pediatric surgeons via email and WhatsApp. Based on the answers given to the questionnaire, we aimed to investigate the most commonly used postoperative analgesia methods in pediatric abdominal surgeries, whether multimodal analgesia methods are preferred for pain control, and the reasons affecting these preferences.
RESULTS: Feedback was received from 122 physicians. Among the participants, 54.09% had worked as pediatric surgeons for 15 years or more, while 8.19% were resident physicians. Anesthesiologists, with whom 55.4% of the participants worked, preferred only intravenous (IV) drugs as the postoperative analgesia method. It was found that 70.8% of the participants did not experience ultrasound-guided anterior abdominal wall blocks in pediatric cases at their institutions. Additionally, a significant proportion of the participants (82%) reported a lack of training on multimodal analgesia.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The data show a lack of awareness regarding the importance of using multimodal analgesia approach in pediatric cases, revealing the importance of the benefits of collaborative work and training programs.

11.Clinical Characteristics, Antibiotic Resistance Profiles, and Factors Affecting Mortality in Patients Isolated Acinetobacter Baumannii in Intensive Care Unit: Retrospective Tertiary Center Analysis
Kadir Arslan, Ayça Sultan Şahin
doi: 10.14744/cm.2023.57338  Pages 51 - 57
GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter baumannii ciddi septisemilere ve mortaliteye sebep olabilen önemli bir fırsatçı patojendir. Bu çalışmanın amacı, yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) A.baumannii izole edilen hastaların antibiyotik direnç profillerini ve mortaliteye etki eden faktörleri araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2020 ile Ocak 2023 tarihleri arasında üçüncü basamak bir YBÜ’sinde takip edilen ve çeşitli klinik örneklerinde A.baumannii saptanan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastalar mortalite grubu (Grup M) ve hayatta kalan grup (Grup S) olarak iki gruba ayrılarak klinik özellikleri, antibiyotik direnç profilleri ve mortaliteye etki eden faktörler analiz edildi.
BULGULAR: : Grup M’de 110 (%48.2) ve Grup S’de 118 (%51.8) olmak üzere 228 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm popülasyonun ortanca yaşı 67.5 (18-96) ve %60.1’i erkekti. A.baumannii suşları en sık (%59.2) trakeal aspirat ve balgam kültürlerinden izole edildi. Karbapenemlere %94.2 ile 96.8, aminoglikozidlere %88.5 ile 99.2 arasında, tigesikline %54.6 ve kolistine %8.1 direnç saptandı. Grup M’de APACHE-2 skorları, mekanik ventilatör gereksinimleri ve çoklu ilaca dirençli A. baumannii sayısı anlamlı olarak yüksek idi. YBÜ’ne kabul sırasındaki APACHE-2 skorları ve mekanik ventilatör uygulanması mortalite üzerine bağımsız risk faktörü saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bir çok antibiyotiğe yüksek oranda dirençli olan ve mortalite oranlarının yüksek olduğu A. baumannii enfeksiyonlarında mortaliteye işaret eden risk faktörlerinin ve antibiyotik direnç profillerinin belirlenerek tedavi planlarının yapılmasının hastaların prognozuna katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Acinetobacter baumannii is an important opportunistic pathogen that can cause severe septicemia and mortality. This study aims to investigate the antibiotic resistance profiles of patients isolated from A. baumannii in the intensive care unit (ICU) and the factors affecting mortality.
METHODS: Patients who were followed up in a tertiary ICU between January 2020 and January 2023 and who were found to have A. baumannii in various clinical samples were included in the study. The patients were divided into the mortality group (Group M) and the survival group (Group S). Their clinical features, antibiotic resistance profiles, and mortality factors were analyzed.
RESULTS: A total of 228 patients, 110 (48.2%) in Group M and 118 (51.8%) in Group S, were included in the study. The median age of the entire population was 67.5 (18–96), and 60.1% were male. A. baumannii strains were most commonly (59.2%) isolated from tracheal aspirate and sputum cultures. Resistance to carbapenems was 94.2–96.8%, aminoglycosides 88.5–99.2%, tigecycline 54.6%, and colistin 8.1%. Group M had significantly higher Acute Physiology and Chronic Health Evaluation-2 (APACHE-2) scores, mechanical ventilation requirements, and multidrug-resistant A. baumannii count. Independent risk factors for mortality were determined by APACHE-2 scores and mechanical ventilator application at the time of admission to the ICU.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that in A. baumannii infections, which are highly resistant to many antibiotics and have high mortality rates, determining the risk factors indicating mortality and antibiotic resistance profiles and making treatment plans will contribute to the prognosis of the patients.

REVIEW
12.The Comorbidity of Specific Learning Disorders in Attention Deficit Hyperactivity Disorder
Şennur Günay Aksoy
doi: 10.14744/cm.2023.30602  Pages 58 - 62
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocukluk çağında başlayan, belirtileri yaşam boyu devam eden, kişinin yaşamını bilişsel, sosyal, akademik alanlarda olumsuz yönde etkileyen nörobiyolojik bir bozukluktur. Özgül öğrenme güçlüğü (ÖÖG) gelişimsel bir bozukluk olup, ilk belirtileri okul öncesi dönemlerde fark edilir ve ÖÖG ‘nin geniş kategorisi, birçok beceri eksikliğini kapsar. Ancak en yaygın olan belirtiler genellikle üç geniş alt kategoriye ayrılır: Okuma bozukluğu, Yazılı Anlatım Bozukluğu ve Matematik bozukluğu. Genel olarak, ÖÖG ve DEHB arasında %31 ile %45 arasında bir tahmini eşlik etme oranı bulunmaktadır. Klasik olarak DEHB bir dışsallaştırma bozukluğu olarak tanımlansa da bu çocuklarda dürtüsellik, karşı gelme davranışları ve davranış bozukluğu gibi davranışsal sorunların yanı sıra öğrenme güçlükleri ve akademik sorunlara da sıklıkla rastlanır. Akademik alanda yaşanan bu güçlükler çoğu kez dürtüselliğe bağlı olarak ortaya çıkan davranış sorunlarının ön plana geçmesi nedeniyle göz ardı edilir. Bu derlemenin amacı DEHB tanısı olan çocuklarda hem klinik uygulamalarda hem de akademik yazında göz ardı edilen bu sorun alanlarına dikkat çekmek ve ilgili literatür çalışmalarını gözden geçirmektir.
Attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) is a neurobiological disorder that begins in childhood, with symptoms continuing throughout life, negatively impacting an individual’s cognitive, social, and academic functioning. Specific learning disability (SLD) is a developmental disorder characterized by its initial signs being noticeable during the preschool years. The broad category of SLD encompasses various skill deficits, but the most common symptoms are typically divided into three broad subcategories: reading disorder, written-language disorder, and mathematics disorder. Generally, there is an estimated comorbidity rate between SLD and ADHD ranging from 31% to 45%. While ADHD is conventionally defined as an externalizing disorder, children with this condition often exhibit learning difficulties and academic problems in addition to behavioral issues such as impulsivity, oppositional behavior, and conduct problems. These academic difficulties are frequently overlooked, as behavioral problems, often linked to impulsivity, tend to take precedence. The purpose of this review is to draw attention to these overlooked areas of concern in children diagnosed with ADHD, both in clinical practice and academic literature, and to review relevant literature studies.

RETRACTION
13.RETRACTION: Analysis of the Knowledge Level of the Surgical Residents Regarding the Pre-Operative Assessment of the Adult Elective Non-Cardiac Surgery Patients with Specific Clinical Conditions
Gözde Altun, Murat Aksun, Ayça Sultan Şahin
doi: 10.14744/cm.2024.79553  Page 63
Retraksiyon Kararı

Bu makale, yazarların talebine istinaden Editör Kararı ile geri çekilmiştir:

Altun G, Aksun M, Şahin AS. Analysis of the Knowledge Level of the Surgical Residents Regarding the Pre-Operative Assessment of the Adult Elective Non-Cardiac Surgery Patients with Specific Clinical Conditions. CM 2023;15(2): 96-101. DOI: 10.14744/cm.2023.49092
Retraction Notice

This article is retracted from publication by decision of Editor upon the authors’ request:

Altun G, Aksun M, Şahin AS. Analysis of the Knowledge Level of the Surgical Residents Regarding the Pre-Operative Assessment of the Adult Elective Non-Cardiac Surgery Patients with Specific Clinical Conditions. CM 2023;15(2): 96-101.
DOI: 10.14744/cm.2023.49092